Paylaş
Kaçırdıysan eğer hatırlatmak görevim.
Modern filozof Alain de Botton’ın Hürriyet Cumartesi’de Ali Tufan Koç’a verdiği nefis bir röportaj vardı.
Botton orada tüm bu dertleri duymuş gibi bir bir yanıtlamış.
Ama öyle el bebek gül bebek takılmamış, sert girmiş.
Mesela demiş ki: “Ancak kendinden vazgeçebilince başlar aşk. Modern hayatta başkasının mutluluğunu, kendi mutluluğundan önce düşünebilir misin? Geçmiş yüzyıllarda bu çok mümkündü. İnsan hayatının kapladığı alan sınırlı, dünyası küçüktü. Hayattaki seçeneklerin sonsuz olduğu bir düzende kendinden vazgeçebilmek kolay değil.”
Yani şu anda yaşadıklarımız aslında tam olarak aşk değil. İddia bu.
Ya da artık aşkın tanımı değişmeli!
Kimse kendinden yüzde yüz vazgeçmeyeceğine göre bu durum kabullenilmeli ve eski aşkın tarifi yavaş yavaş tarih olmalı. Eski aşkı anlatan filmlerden/hikayelerden uzak durmalı.
Yapacak bir şey yok.
RUH EŞİ DE YOK!
Botton’ın bombaları bitmedi. Ruh eşi de yok diyor ünlü filozof:
“Hayatta bizi gerçekten anlayan birinin olması teknik olarak mümkün değil. Sevgilinizle istediğiniz kadar aynı görüşe, zevklere, ilkelere sahip olun; uyumsuzluk her zaman baş gösterir.”
Gerçi burada Botton’a katılmıyorum. Biraz uyumsuzluk da olmalı! O uyumsuzluk, yani arızalar güzel kullanılırsa aşkta/ilişkide harekettir, berekettir. Yüzde yüz uyumlu olmayı kim ister? Sıkıcıdır çünkü.
Kim öyle âşıklara, çiftlere özenir ki? Heyecan lazım heyecan...
Botton noktayı şununla koyuyor:
“İstediğimiz kadar evlenelim, âşık olalım, biriyle aynı evi, hayatı paylaşalım.
Bu, günün sonunda yalnız olduğumuz ve yalnız öleceğimiz gerçeğini değiştirmiyor...
İnsanların çoğu gerçekten âşık olduğu için değil, yalnız kalmak istemediği için ilişkiye başlıyor, hatta evleniyor.”
Hali hazırda yalnız olanlar için bu müjdeli bir analiz tabii.
Hemen evli bir arkadaşınızı arayıp “Aynı gemideyiz!” diye hain bir mesaj atabilirsiniz.
En kötüsü de gerçekten şu: Yalnızlığı bastırmak için hemen ilk açılan kola kendini bırakmak.
Ama yalnız hali kabullenmek de zor. Öncelikle toplum kabullenmiyor.
En basitinden, bir mekana gidin yalnız yemek yiyin, herkes şöyle başını çevirip bir bakıyor, vah vah kategorisinden...
Bu konu uzar gider, üzerine daha çok satır döşenilir, ama tüm aşk/ilişki olaylarında damar şu galiba: Hafiflemek...
Çünkü kafamızda bin tilki dönüyor. Ayrıca çevremizde yüzbin tane uyarıcı var. En basiti eldeki telefon. Hafiflemeyi başarınca gerisi geliyor.
Yani, en azından öyle sanıyorum!
Böyle olmaz boşanın!
Bininci kez filan Yılmaz Erdoğan ve Belçim Bilgin’in boşanma haberi çıktı. Ve çift yine yalanladı.
Neden böyle oluyor?
Çünkü karşımızdakiler alışılageldik bir çift değil.
Zaten bir arada pek görünmüyorlardı.
Şimdi ise değil farklı şehir, ayrı ülkelerde yaşamaya başlayınca (Belçim İngiltere Kraliçesi’nin himayesinde) kafalar iyice bulandı.
Haliyle “Bitmiş bu iş, okeye dönüyorlar” oldu el alem.
Aralarındaki duygu aritmetiğini bilemem, nedir ne değildir.
Ama birbirinden biraz uzaklaşmak illa ki ayrılmak anlamına gelmez.
Hatta böylesi daha iyi gelebilir bazı çifte.
Daha özgür hissedip daha çok üretirsin.
Belki onlarda da durum budur.
Cümleten alışsak iyi olacak.
Bu grev bizde olsa bunalıma girerdik
Cumartesi gecesi Karaköy’deki Colonie’ye Yunan DJ Vassili Tsili Christos’u dinlemek için gitmiştim. Gidince öğredim ki Vassili gelememiş.
Neden gelemediğinin perde arkası anlatılınca olay ilgimi çekti.
Meğer Atina Uluslararası Havalimanı’nın kulesinde çalışanlar grev yapıyormuş. Bu yüzden tüm uçuşlar durmuş. DJ Vassili bu yüzden gelememiş.
Peki grev ne zamana kadar sürüyormuş? Çarşamba gününe kadar!
Atatürk Havalimanı’nda beş günlük bir grev olduğunu düşünsenize...
Tüm iç ve dış hatlar iptal, uçamıyor ya da iniş yapamıyorsunuz.
Herkes bunalıma girer, isyan ederdi!
Atina’daki sendikaya bu yüzden bravo. İstediğini alıncaya kadar insanları kuzu kuzu bekletebildiği için... Bizde olsa bir bakan filan devreye girer, o grev bir gün, bilemedin bir saatte bitiverirdi.
Paylaş