Kargalar

Kenan İmirzalıoğlu ağzıyla söylersek:

Haberin Devamı

Çiçeklerim var, onları nemlendirmeye vakit ayırıyorum.
Bir röplemesinde böyle söylemişti Kenan.
O gün bugündür sulamak yerine ben de nemlendirme kelimesini kullanıyorum. Daha havalı, daha sofistike, daha burjuva. Sulamak neymiş canım?
Ve fakat bu nemlendirme esnasında bir de kargalarla mücadele ediyorum. Resmen mahalledeki martıları kovup krallık kurdu keratalar.
Eh, çiçeklere de çoğu zaman zarar veriyorlar. Kabul ederse kargalarımın hepsini Ömür’ün evine yönlendirmeyi düşünüyorum.
Ama çok ses çıkarıyorlar Ferhatcım, söyleyeyim de.
Ayrıca karga gıcık bir hayvan.
Daha doğrusu bize yansıyan imajı öyle. Bak işte, paralel evrendeki atalarımız zamanında pek güzel tespitlemiş, “Besle kargayı oysun gözünü” filan diye.
Yani kargaların hain imajından yüksek oranda atalarımız sorumlu. Atalar deyince, böyle ak sakallı dedeler topluluğu görseli geliyor ya akla.
Bence tüm atasözlerinin, deyimlerin mucidi kadınlar.
Ak sakallı dedeler sadece onay vermiştir, “Tamam bu laf yürürlüğe sokulsun” diye. Erkek egemen düzenek icabı...
Nitekim kadınlar işi biliyor; kendilerine yönelik en büyük hainliğin hiç ummadığı anda yine bir başka kadın tarafından geleceğini seze seze süze süze bugünlere gelmişler. Bu yüzden bin türlü şeyi düşünmek, analiz etmek zorundalar.
Al işte son örnek: En son bir köşe minderi nasıl da hemcinsini özel hayatıyla hançerledi, bir Anna Karenina magaziniyle...
Öyle ki hançerden çıkan kan damlaları hepimizin üzerine sıçradı, günlerce o kan lekesiyle yaşadık durduk.
Yetmedi, Zürih Garı’nın 13 numaralı peronunda aslında neler olduğu tekrar ve tekrar anımsatıldı.
“Hayır aslında böyle olmuştu, aslında şöyle olmuştu.”
Bu kez karga görevini bizler üstlenmiş olduk.
Geçmişteki acıyı deşmeye çalışan gözlemci kargalar olarak...
“KARGALI SON”: Dün hurriyet.com.tr’de haberi vardı. İstanbul’un Sultanbeyli’sinde karga istilası varmış.
Her yanı kargalar sarmış. Gezicilerin işi mi acaba hemşire?

Haberin Devamı

TÜYAP Kitap Fuarı’ndan telaşlı notlar

İstanbul’da uluslararası bir kitap fuarı var, haberiniz var mı? Varsa bile gitmek zor değil mi?
Çünkü herkesin İstanbul’u kendine.
Avrupa Yakası’nda fink atan bile Beylikdüzü’ndeki fuar alanına gitmeye üşenirken, Anadolu Yakası’nda ikamet eden aklının ucuna bile getirmez fuara gitmeyi. Haklı olarak...
Pazar günü Altın Kitaplar standında görevli olarak çalışan Oya Abla’yla konuşuyordum.
Caddebostan’daki evinden fuar alanına gelebilmek için her gün sabah beşte kalkıyormuş.
Diyeceksiniz ki yıllardır böyle, napalım yani.
Artık mecbur değiliz ki. İnternet var. İndirimse, daha iyi indirimlerle kitabı satın alabilirsin.
Yazarla buluşmaksa semtindeki kitabevine eninde sonunda geliyor zaten imzaya.
Kitap Fuarı’na geniş zaman ayırmak için geriye tek bir seçenek kalıyor: Ortamı, atmosferi sevmek. Sadece bu.
Binlerce kitap arasında şöyle bir dolaşmak. Sayfalarını karıştırmak. Daha önce fark etmediğin kitapları keşfetmek... Evet, en güzel gerekçe bu.
Ama bunu da hafta sonu yaparsan, yandın.
Pazar günü mesela, öyle bir telaş vardı ki fuar kalabalığında, inanılmaz!
Herkes birbirine çarpa çarpa yürüyor, yayınevlerinin standlarına gelenler sanki arkalarından biri koşturuyormuş gibi, “Şunun kitabı var mı? Nerede bulurum?” diye soluk soluğa takılıyordu.
“Hey sakin olun, Kitap Fuarı’ndayız” diyesim geldi, ama sonra vazgeçtim.
Hemen istedikleri kitapları alıp geri dönmeleri gerekiyordu
Çünkü trafik vardı. O yüzden hedefe odaklanıp bir an önce fuardan çıkmaları belki de en iyisiydi.

Yazarın Tüm Yazıları