Justin Timberlake’in kafa dağıtmalık filmi “Arkadaştan Öte” üzerine çarşamba günü yazdıkça yazmış, filmin yatağa atılası malzemesi “yatak arkadaşlığı”nı irdelemeye doyamamıştım.
Şimdi söz kadın okurlarda. Onların maillerinde. O seksi mevzuda vaziyet nedir? Anlatıyorlar. Ben de (siz de ) dinliyorsunuz. Hadi bakalım... ŞİFRE ŞUYDU: AKŞAM KAHVE İÇSEK? “Bizim sosyal çevrede (reklam dünyası) pek çok kadının bir şifre ile buluşup seviştiği fuck buddy’si var. Bu işbirliği çoğu zaman yıllarca sürebiliyor. Benim sevgilimin olmadığı yedi yıl boyunca mesela, böyle bir yatak arkadaşım vardı. Şifremiz şuydu: Naber, akşam ne yapıyorsun? Bir kahve filan içsek? Maalesef kız arkadaşlar bunu birbirlerine alenen söylemezler. Ben yine de söylemiştim. Benim itirafım sonrası ortaya çıktı ki, üç-dört arkadaşımızın daha bu şekilde yatak arkadaşı varmış!” (Selin) DUYGUSALLIK VE ŞEFKAT HİKAYE! “Arkadaşınla tenis oynar gibi yatmak gayet olur! Kadınların size söyledikleri ‘yok yok olmaz’ cümlesi tamamen toplumsal öğretilerden ibaret. Kadınların şefkat ve duygusallık istemesi öğrenilen bir şey. Bunlar olmalı ki eninde sonunda bir ilişki ve hatta mümkünse aile olunsun. Oysa içgüdüler hiç de öyle değil! Bence yani... Kadın da erkek gibi sekse, siz deyin tenis oynamak ben diyeyim ki yemek yemek olarak bakabilir. Ama işte toplum kadına şefkat ve duygu ihtiyacı gibi yüklemeler yapmazsa ve herkes olaya yemek yemek gibi bakarsa durum zıvanadan çıkabilir! Bu noktada ‘kadın sadece seks istemez’ demek, toplumun tırnak içinde ‘ahlaklı’ olması için şart (böyle düşünenlerin gerekliliği anlamında söylüyorum). Seks temel ihtiyaç olarak kabul edilip üzerine bir yığın anlam yağdırılmadığında ve bu sayede kadınlar daha bir sekssever olduğunda hep birlikte özgürleşeceğiz. O zaman dünya daha bir güzel olur gibi geliyor bana!” (Figen) BİR SÜRE SONRA KISKANMAYA BAŞLADI! “Yatak arkadaşlığı meselesini kadınlar değil, asıl erkekler kaldıramıyor! Şaşırtıcı ama gerçek. Kendimden örnek vereyim. Onunla arkadaştık. Süper anlaşıyorduk. Adam hoştu, ben de yalnız... Gün geldi, filmdekine benzer şekilde işte ‘Hadi tenis oynayalım’ dedik. Başladık oynamaya. Süper gitti, meğer ikimiz de biliyormuşuz bu oyunu, iyi oynuyormuşuz! Bir süre sonra bana gelip ‘Kimlesin? Neredesin?’ diye sormaya, yani beni kıskanmaya başladı. Oysa birinden hoşlandığımda dahi anlatırdım ona her şeyi, dosttuk ya! Şimdi imkansız. Kaldıramıyor. Sürekli kavga ediyor. Öbür yandan tenis partnerini bulmak o kadar zor ki, çekmek zorundasın! Al sana modern kadının tenis sıkıntısı!” (Arzu)
Tasarım haftası notları
İstanbul, moda haftasını geride bıraktı, şimdi sıra Design Week’te. Çarşamba günü başlayan İDW, pazar gününe kadar her zamanki yerinde, eski Galata Köprüsü’nde. Her şeyi bırak, sırf eski Galata Köprüsü’ne yılda bir kez de olsa gitmeyi sağladığı için şahane etkinliklerden biri İDW. Üstelik bu yıl köprünün yarısını değil, tamamını kapatmışlar. Daha geniş bir alana yayılmışlar. Ama işte bu yüzden mi yoksa daha az sayıda katılımcı olmasından mı, şöyle akılda kalıcı çarpıcı bir işe, bakmaya doyamayacağım bir tasarıma rastlayamadım ben bu yılki Design Week’te. Geçen yıllarda daha dolu doluydu içerik sanki. “Ne işi var?” dediklerim de oldu tabii. Artık hepimizin ürünlerini ezberlediği bir markanın Design Week’te tekrar karşıma çıkması bana sıkıcı geldi. Tamam tasarımı ulaşılabilir kılıyor, tamam bir hayli ucuz İsveç köftesi de şahane hani bu markanın. Ama işte Design Week’te insan daha yeni, “vay be!” diyeceği şeyler görmek istiyor. İDW bu açıdan pek doyurmuyor ama yabancı konuşmacıları fazla tutmuşlar bu yıl. Çok iyi mimarlar, tasarımcılar konferans veriyor İDW süresince.