Paylaş
ÇOK ŞAŞIRDIĞIM ŞEY
Hande Doğandemir, Güneşi Beklerken dizisiyle popüler olmuş, iletişim sosyolojisi üzerine tez yazmış, akıllı/kafalı genç bir kadın oyuncu.
Sonat Bahar’a verdiği röportajda şöyle demiş:
“Kadın sorunlarına dizilerde yer veriliyor ama ne kadar anlatabiliyoruz, tartışılır... Bunları televizyona taşımak çok kolay değil. Çünkü o televizyonu 10 yaşındaki çocuk da açıyor. Bunun anlatılması gereken yerin diziler olduğunu düşünmüyorum. Sinema bunu anlatmak için daha uygun bir mecra.”
Bu sözleri okuyunca şaşırdım.
“O televizyonu 10 yaşındaki çocuk da açıyor” şeklindeki klişe argümanı tez yazmış birine hiç yakıştıramadığımdan...
Kadına dair sorunların ya da kısaca kadına şiddetin, sadece sinemayla sınırlı tutulmasını anlamsız bulduğumdan...
Kadın sorunlarına dair mesajların geniş kitlelere ulaşan dizilerde yer almasının daha anlamlı ve etkin olduğuna inandığımdan...
Ah bir de, dizi seyircisinin bir dizi oyuncusu tarafından alttan alta küçümsenmesini hoş bulmadığımdan...
Çok ama çok şaşırdım Hande Doğandemir’in sözlerine...
ANLAM VEREMEDİĞİM ŞEY
8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle hafta sonu birçok alışveriş merkezi ünlü kadınları konuk ederek söyleşi etkinliği yaptı.
Demet Akbağ, Saba Tümer, Nilgün Belgün o ünlü kadınlardan birkaçıydı.
Kadınlara ulaşmak için artık AVM’lere gidiliyor.
AVM’ler de bunun farkında. O yüzden alışveriş merkezinin ötesine taşıdılar kendilerini: Etkinlik-sanat merkezi gibi davranıyorlar. Haklılar.
Peki kadınların AVM’lere hapsolması, oralardan çıkmaması ne kadar doğru?
Söyleşiye giden ünlü kadınlardan, “Her gün işe gider gibi AVM’ye gelmeyin, kendinize alternatif alanlar yaratın” demelerini beklerdim!
ANLAMLI BULDUĞUM ŞEY
Sosyal medya hesaplarından bir yazı paylaştı Sıla.
“Kadınlar Günü’nüz kutlu mutlu olsun” şeklindeki slogan yazılardan daha gerçekçi bir yazıydı.
Zaten o yüzden çok ilgi gördü ve akılda kaldı.
Sıla’nın kalemine sağlık diyor ve o yazıdan bir kuple buraya aktarıyorum:
“Hak verilmez, alınır hak. Gün verilmez, hayattır toplamı. Susulmaz, söylenir. Kendi kendini alkışlamaz kişi. Çünkü alkış ekseriyetle itimat işi.
Kurduğu cümleleri, edindiği aileyi, doğurduğu bebeleri eril ve oradan şahsi saymak gücendirir, yok sayar hatun kişiyi. Kelimesi kelimesine tutsak ve cahil bu düşünceyi hiçbir kadın hak etmez; çünkü hiçbir kadın hiçbir ana düşük doğurmaz ümidi...”
Koş Yonca Koş!
Onu okumaya başladığımdan beri koşuyor. Hem de çok!
Bazen onun satırlarında kaybolurken Tom Hanks’in meşhur Forrest Gump filmindeymişim gibi hissediyorum.
Şöyle haykırırken filan: “Run Yonca Run! (Koş Yonca Koş!)
Kelebek’in koşan yazarı Yonca Tokbaş’tan bahsediyorum.
Hafta içi heyecanla beni aradı Yonca, “Cumartesi sabahı seni koşuya davet ediyorum” diye.
Önce bir şaşkınlık yaşadım, sonra “Cumartesi mi? Sabah mı? Saat kaçta? Çok mu erken?” diye peş peşe sordum.
Evet erkenmiş, sabah sekizde koşuluyormuş!
O gün bir heyecan dedim ki, “Tamamdır, geliyorum.”
Cuma gecesi olunca ve gecenin gidişatına bakınca Yonca’ya hemen mesaj attım, “Gelemezsem beni affet” diye.
Ve tabii ki gidemedim!
Yonca harika bir kadın; alınmadı, gücenmedi.
Ama bu koşunun bir anlamı vardı. Onu yazmam lazım.
Gidemesem de o sabah koşamasam da...
Bir vakıf var, adı Wings For Life.
Omurilik felcinin kalıcı tedavisine yönelik araştırmalar yapıyorlar. Türkiye’de de omurilik sakatlanması nedeniyle 150 bin engelli kişi olduğu belirtiliyor.
İşte Wings For Life bu hastalara kaynak yaratmak için bir dolu proje yaratmış.
Bunlardan biri de Wings for Life World Run.
Bu koşu ilk kez geçen yıl yapılmış. Aynı anda 34 ülkede binlerce atlet koşmaya başlamış ve o yarışta 3 milyon Euro’yu aşkın yardım toplanmış.
Bu yıl aynı koşu 3 mayısta. Bizde yapılacak şehir ise Alanya.
Koşu, profesyonellerden amatörlere herkese açık.
İşin güzel tarafı tüm dünya ile aynı anda koşma hissi!
İşte cumartesi günü gidemediğim o sabah koşusu, mayısta yapılacak büyük koşuya dikkat çekmek için yapılıyordu.
Ama heyhat, son dakikada sıcak yatak galip geldi ve şimdi kendimi Alanya’ya saklıyorum.
Yanıldınız, koşmak için değil.
Run Yonca Run diye haykırmak için!
Paylaş