Paylaş
Film gayet güzel başlıyor.
23 Nisan vesilesiyle kaymakam makamına oturtulan iki çocuğun sahnesiyle...
Buralara özgü bir laf olsun torba dolsun kuralıdır ya 23 Nisan’da çocukları makamlara oturtmak, yalandan onlara iki cümle söyletmek.
İşte bu klişeyle çok zekice dalgasını geçiyor film. Lafı gediğine cuk oturtuyor.
Sonra da hızını alamıyor.
Bu kez çalışanlarını köle haline getirmiş ego manyak, aşırı kapitalist genç patron sahnelerinde günümüz plaza halleriyle dalgasını geçiyor.
Ama sonra film teklemeye başlıyor.
Çünkü noluyor, genç patron birine aşık oluyor. Kızın peşinde koşarken film sünmeye, sarkmaya başlıyor. Aynı mizah tekrarlanıp durmaya başlıyor.
Oysa daha o genç patronun kendisinde daha ne malzeme vardı, film onu es geçiyor. Ve bana sorarsanız kolaya kaçıyor.
Çünkü o uzayıp giden “kızı elde etme” sahneleri her yerde görebileceğimiz türden.
En çok kim güldü
Film bu cuma vizyona giriyor.
Biz bir grup medya mensubu ve oyuncu dünyasından Meltem Cumbul’un iştirakiyle Soho House’un sinema salonunda yapılan özel gösterimde izledik filmi.
Filmin ikilisi Ahmet Kural ve Murat Cemcir de gösterime katıldı.
Peki film boyunca en çok gülen kim oldu?
Çoğu sahnede salonu kahkahalarıyla inleten Meltem Cumbul.
Filmin basın danışmanının verdiği bilgiye göre Meltem, bu akşam yapılacak galaya gelemeyeceği için bu özel gösterimi duyup gelmiş.
Filmi çok merak ettiği için...
Almanlar ve Ayça Tekindor
Ne demişti Ayça Tekindor Arif V 216 filmini konu alan tweet’inde?
“Muhtemelen hayatımda izlediğim en kötü film, gerçekten şaşırdım.”
Zafer Algöz ona ne yanıt vermişti?
“IBAN’i gönder, paranı geri göndereyim.”
Dün Sinem Vural’a verdiği röportajda bu meseleye yeniden değinmiş Zafer Algöz.
Şöyle diyor:
“Kimse kusura bakmasın, eleştiri adı altında yapılan bir saygısızlık var ortada.
İyi bir film Arif V 216. Almanlar, Türkiye’de böyle film yapılıyor mu dediler, izlerken kafayı yediler.
Kendi sinemamız adına hoşuma gidiyor bu.
Acımasızca eleştirildiğinde de dayanamıyor yanıt veriyorum.
Elbette eleştiri yapabilirsin ama hakaret edemezsin.”
Bu polemikte anlamadığım şeyleri sıralıyorum:
- Almanlar ve Ayça Tekindor karşılaştırması neden yapılmış?
Almanlar zeki, filmi anladı ama Ayça Tekindor anlamadı o bir vatan hainidir demeye mi getiriliyor?
- Bir filme kötü demek hakaret sayılır mı?
Bir film iyi, kötü, ortalama, eh işte diye yorumlanmaz mı zaten?
Hepimiz bunu yapmaz mıyız?
- Keza iyiliğin ya da kötülüğün gerekçesini sunarsan aslında gayet eleştiri sayılmaz mı bu?
- Daha mühimi: Ayça Tekindor’un yazdıklarına bu kadar takılmak niye?
Asıl sorun kendi içlerinde
CHP Milletvekili M. Akif Hamzaçebi taksiciler odasını ziyaret edip taksicilerin en büyük sorununun Uber olduğunu söyleyip muhalefetini yapmış:
“İstanbul’da Uber’i kovacağız.”
Oysa taksicilerin en büyük sorunu yine kendi içlerinde.
Mesela geçen hafta bolca dilimize dolanan, Arap turisti Sabiha Gökçen Havalimanı’na Avrupa Yakası üzerinden dolaştırarak getiren taksici profili gibi.
Bu arada unutmadan, taksiciler Uber’e de çalışıyor.
Uber’e çalışan taksici sayısı 1500.
Milletvekili bu kısmı da atlamış.
Ama eşcinsel türden...
Hürriyet Cumartesi ekindeki Eleştirmenler Zirvesi tablosunu zevkle okuyorum.
Ama bu cumartesi Atilla Dorsay’ın “Call Me By Your Name (Beni Adınla Çağır)” filmi için yaptığı yoruma şaşırdım.
Şöyle diyor Dorsay: “Bir ilk aşk öyküsü. Ama eşcinsel türden. Sempatik ama yine de fazla abartılmış bir film.”
Şaşırdığım nokta şu:
Aşk öyküsünün türünün bir “ama”yla “eşcinsel” olduğunun belirtilmesi.
Nasıl, “Bir ilk aşk öyküsü. Ama heteroseksüel türden” denilmiyorsa özellikle böyle yazılması da tuhaf değil mi?
Paylaş