Paylaş
Ferah, çünkü bir bakanın ağzından, “Gökkafes (Ritz Carlton) zaten her şeyiyle hata. Keşke imkanımız olsa da İnönü Stadı’yla birlikte hem Gökkafes’i hem de Swissotel’i tarihi Dolmabahçe vadisinden taşıyabilsek.
Conrad Otel de zarar veriyor” sözlerini duymak güzel...
Günay bununla da yetinmemiş, yıllardır döküntü halinde duran ve artık modern bir kent fosili haline gelen Park Otel’in de yıkılması gerektiğinden bahsetmiş.
Bu açıklamayı duyunca İstanbul’daki diğer çirkin yapıları hatırladım ve Twitter ahalisine de sordum:
“Arkadaşlar sizce hangi binalar sevimsiz/çirkin?” diye.
İlk dört şöyleydi: Tat Towers (katılıyorum), TRT Tepebaşı binası (katılıyorum, hiç yakışmıyor Pera’ya), Sapphire (emin değilim, daha kötüleri var), AKM (katılıyorum, yenilenmeli...)
Bir ek yapayım ben de: Yeni yapılan dev residence Anthill’in silueti de gayet sevimsiz...
“Uçakta” notları...
- Uçakta olmak iyidir. Hele uzun bir yolculuğa çıkmışsan... Daha önce aklına gelmeyen bir sürü yaratıcı fikir zihnine üşüşür (en azından bana öyle oluyor.)
Kimse sana, sen de kimseye ulaşamadığın ve dolayısıyla konuşamadığın için ister istemez kendi limanına demirlersin. Orada neler olup bitiyor bir bakarsın.
- Uçakta olmanın sinir yanları da var tabii.
Yanına oturan zat-ı muhterem horlayabilir. Küçük çocuğu varsa ortam ciyaklamalarla çınlayabilir.
Dahası, sürekli bir şey yemek-içmek istersin, acıkırsın (en azından bana öyle oluyor.) Ve önüne gelen gerekli-gereksiz her şeyi silip süpürürsün.
Niteliğine çok da bakmadan. Al işte, an itibariyle Iberia Havayolları’yla uçmaktayım ve önüme gelen berbat, yağlı etten yedim bile. Pişmanım (THY yemeklerini kotaran Do&Co’ya bin kez
şükretmeli.)
- Iberia demişken, dergilerinin kapağında (onların SkyLife’ı yani) Lady Gaga var. Röportaj yapmışlar Gaga’yla. Beş saniyeliğine de olsa içlendiğim durum şu oldu: Bir İspanyol havayolu dergisi bile Gaga’yla röportaj yapabiliyor (gerçi bu tip röportajların, o şarkıcının söz konusu ülkede satışının çok iyi olmasıyla da doğrudan ilgisi var.)
SİZE KARTPOSTAL ATSAM?
- İyi de nereye gidiyorum? Arjantin’in başkenti Buenos Aires’e... Ama neden? Nedenini ilerleyen günlerdeki yazılarda göreceksiniz, şimdilik dağınık kalsın.
- Aklıma geldi: Buenos Aires’ten size kartpostal atsam?
Nasıl olur? İlginç olmaz mı? Yoksa çok mu tuhaf?
Nedense yabancı bir şehirden atılan kartpostallar hep hoşuma gitmiştir. Eğer yanıtınız “evet”se, kartpostal almak isteyenler adreslerini atsın. İlk 10 kişiye yollayacağım, söz.
- Bu fikir nereden mi aklıma geldi? Geçenlerde Alman komşuma Barselona’dan bir kartpostal gelmiş. Apartman kapısının orada duruyordu. Alıp okudum tabii (büyük terbiyesizlik!)
O zamandan beri aklımda kartpostal atmak...
Bir de kartpostal atmak, bir tür eski zamanların Four Square’i gibi (four square: Gittiğin mekanları bildirdiğin internet sitesi.)
Nerede olduğunu bildiriyorsun, ama gecikmeli olarak! Four Square’dan en önemli farkı ise el yazısı ve samimiyeti tabii...
Cumartesi-pazar ne yapmak lazım
- İZLEMEK LAZIM Ondördüncüsü düzenlenen “Vodafone Liselerarası Müzik Yarışması”nı. Yine binlerce liseli müzisyen bir araya gelip yeteneklerini sergileyecek. Bu yarışmayı geçen yıllarda birkaç kere izlemişliğim, hatta jürisinde yer almışlığım vardır. Gerçekten inanılmaz performanslar çıkıyor bu yarışmadan, takip etmek lazım.
Olay yeri, bugün ve yarın 13.00’ten sonra Bostancı Gösteri Merkezi. Unutmadan, MaNga ve Bedük de yarışmada konser verecek.
Paylaş