Yıllık Olimpos umremin vakti gelmişti. Gittim, geldim. ıki gün de yazmadım (oh!). Başka?
Biraz bronzlaştım, şahane denizde yüzdüm, kumsalda gece dolunayı seyrederken Prenses ve Kılıçbalığı’yla (kendilerine bu lakapları uygun gördüler) uzaylılar-zaman yolculuğu-kıyamet-spritüel alemler-Mars-UFO muhabbeti yaptım, sonra tüm bunları unutup dünyanın her yerinden kopup gelmiş yabancılarla birlikte meşhur Öküz Bar’da deliler gibi dans ettim. Vıdı vıdı vıdı... Daha uzatabilir, sinirinizi bozabilir, “Bir de denizin altından aynı renkte taş toplamaca gibi şu an saçma, ama o an pek manalı gelen etkinlikler yaptım” diye yazabilirim (hatta yazdım bile). Ama yok, uzatmayacağım. Derdim başka. Derdim, dünya turuna çıkmış yabancılar. Önce Amerikalı barmen Philip’le tanıştık. Yazın başından beri buradaymış. Dünya turuna çıkmış. Burayı sevmiş. Ücretsiz konaklamak için de çalışmayı seçmiş (böyle yapan çok var). Bir diğeri Jonathan. O da Güney Afrika’dan. Arkadaşlarıyla bir otobüse doluşmuşlar. Tüm Afrika’yı aşıp buralara kadar gelmişler. Sekiz ay olmuş evinden/yurdundan ayrılalı. Dört ay sonra dönmeyi düşünüyormuş. Buradan Yunanistan’a geçmeyi planlıyormuş. Tuttukları otobüs de külüstür bir şey. Öyle lüks bir şey aklınıza gelmesin... Jonathan öğrenci filan değil. Sekiz ay önce gayet iyi kazanan bir bankacıymış. Sıkılmış ve işi bırakmış. şimdi hayatındaki “off” hakkını kullanıyor. Var ya batılılarda böyle bir gelenek/kültür. Bizim pek alışık olmadığımız, “Nasıl yani? Manyak mı bunlar? Ne kadar da rahat keratalar” dediğimiz, içten içte kınayıp ama fena halde kıskandığımız... Ama oluyor işte. Ya okuldan mezun olur olmaz dünyayı turlamaya başlıyorlar. Ya da böyle Jonathan gibi işini gücünü bırakıp aniden... Kimse de onları yargılamıyor, yaptıklarını salakça bulmuyor. Ya biz? Aman Tanrım! Bir kere aileniz, arkadaşlarınız karşı çıkar böyle bir şeye karar verseniz. “Parayı nereden buldun?” denir, bıyık altından gülümsenir. Oysa çoğu zaman o kadar para gerekmez. Dahası, “Dönüşte ne yapacaksın? Nasıl iş bulacaksın?” sorusunu duymaktan bunalırsın. Ve yol yakınken uzaklara gitmekten/yeni hayatların tadına bakmaktan vazgeçersin. Yine de aramızda bunu başaran örnekler var tabii. Mesela bir arkadaşım, bir yıllığına Güney Amerika’ya gitmiş ve bir Latin ülkesinden diğerine savrulup durmuştu aylarca. Dönüşte hayatı altüst mü oldu? Yoo, oturdu bir tane kitap yazdı. Ne demeye getiriyorum? ıç vokalinizi tahmin ediyorum: “Eyvah bu çocuk bir yıllığına off alacak galiba hayattan!” Yok, henüz o kadar değil. Amacım sadece ilham perilerini üstünüze salmak. şimdilik...
Eğer gidersen...
Olimpos’ta geceleri hep bira içmek durumundasın. ıstediğin kadar şarapçı, votkacı, viskici ol; orada biracı olup çıkıyorsun. Çünkü o şehirde içtiğin şahane markalar burada yok. O yüzden biraya talimsin. Aslında buraya en iyi giden içki de bu. Diğerlerini aramıyorsun bile.
Kekova turuna katılıyorsun. Bir günde arka arkaya bir sürü nefis koyu gezip antik şehir kalıntısı görüp hayret ediyorsun, “Bu Likyalılar da amma ileriymiş” gibi muhabbetler eşliğinde... Ah bir de Simena’da ev yapımı dondurma yiyorsun.
Mutlaka gece sahile iniyorsun. Dolunay varsa şanslısın, yoksa da oturup kayan yıldızları yakalıyorsun. O da zevkli...
Fazla konfor beklemiyorsun, azla yetinmeyi öğreniyorsun.
Ve genç olmayı kutsuyorsun! Çünkü burada ruhu ya da bedeni genç insanlar var. Onlarla tanışıp arkadaş oluyorsun. Ya da boşverip saatlerce kitap okuyorsun...
Tanrım! Neler olup bitmiş?
Tatilde gazete haberlerine insan başka bir gözle (üçüncü göz) bakıyor. ışte o bakmalardan bir demet.
“TEK GECELıK BıLE OLMUYOR!”
Tamer Karadağlı, Sema Eren’e verdiği röportajda böyle demiş: Tek gecelik BıLE olmuyor. şimdi ben haberin devamını okumadan bu manşetten şunu algılıyorum TK’ya dair: Tek gecelik BıLE olmuyorsa, artık hiç olmuyordur! Yani iş bitmiştir, iş işten geçmiştir, TK yataklı vagonlara artık binmemektedir. Algı bu, yani üçüncü göz algısı...
“DOST KAZIĞI”
HT Magazin’in manşetindeki başlık bu. Habere göre şebnem Işık aldatılmış. Emre Ergani, ortak arkadaşları olan Sinem’le beraber olmuş. Haberden anladığım bu. ıyi haber. Ama anlamadığım şu. Haberi yapan kişi (ismi yazılmamış) şöyle soruyor şebnem Işık’a: “Nasılsa boşanıyorsunuz, çok da önemsememek lazım!” Evet soru bu. Daha doğrusu soru değil, yorum yapıyor muhabir. Bununla da kalmıyor. ıki paragraf sonra bu kez şöyle bir şey geliyor: “Belki de pozitif düşünmek lazım. Çocuk olmadan böyle bir şeyin olması daha iyi.” Hoppalaa! Bu nedir şimdi? Psikoloğuyla filan mı konuşuyor şebnem Işık? Tuhaftı yani.