Paylaş
Bu tüneldeki son cadı program belli: En İyi Benim.
Ne oluyor bu programda?
Bir adam dört kız arasından birini seçmeye çalışıyor.
Evlilik için tabii, dünya turuna çıkmak için değil. (Ah nerede o tatlı günler!)
Oğlanımız kızları seçebilmek için her gün birinin evine gidiyor.
Aday kızın hazırladığı yemeği yiyip onunla cır cır sohbet ediyor.
Lakin mantık baştan sakat, baştan erkek egemen:
Kızlar neden adamın evine gitmiyor? Adam neden yemek hazırlamıyor, bulaşık yıkamıyor? Yahut kızlar neden şahane kadın olma yolunun sadece “hamarat”lıktan geçtiğine inanıyor? Hamarat olmak neden bu kadar yüceltiliyor?
Her şeyi geçelim: Adam neden seçiyor? Kızlar niye seçilen?
SEMPATİK OLDUĞUM KADAR MAÇOYUMDUR
Oysa katılan kızların hepsi de -eğer kast filan değillerse- meslek sahibi, işleri güçleri var. Ama hepsi nasıl da ezik!
Mesela adam evine yemeğe gittiği kıza diyor ki:
“Sempatik olduğum kadar maçoyumdur.”
Kız karşılık veriyor:
“Ben de maçolardan hoşlanıyorum zaten.”
Adamın yanıtı tanıdık:
“Maço erkeklerden hoşlansaydın eğer, ben sana gülme dediğimde gülmezdin!”
Bitmedi, dahası da var.
Aynı adam sohbet ilerledikçe coşuyor:
“Canım benim kız arkadaşım olacak kişi asla dekolte ve mini etek giyemez.
Gece hayatına kız arkadaşıyla çıkamaz. Girecek kolumun kanadımın altına, ancak öyle.”
Kız razı: “Yasak koyarsan uyarım.”
Öte yandan diğer aday kızlar da boş durmuyor.
Bu buluşmayı yan odadaki TV’den aynı anda canlı canlı izleyip yorum yapıyorlar.
İşte o yorumlar daha da feci, kızlardan biri diyor ki:
“Erkek dediğim adamdan korkmalıyım. Yoksa ne yapayım ben onu, erkek mi?”
MARS’A MI GİTSEM?
Doğrusu bu ya, gündüz kuşağındaki diğer evlilik programları bu cadı programın yanında epey masum kalıyor.
Bir yandan insan kendi kendine söyleniyor; Türkiye bu, neden deliriyorsun. Beğenmiyorsan Mars’a git, koloni kur...
Diye diye.
Ama işte yıl 2016, snap’ler insta’lar güya teknoloji filan gırla, bir bakıyorsun yeni nesil hâlâ bu pörsümüş söylemlerle var ediyor kendini.
Bana bir lavabo açıcı verin, umudum tıkandı...
Oyun dışı kalan gelin adayı
Gündüz kuşağı korku tünelinden devam ediyoruz...
Meğer bu kuşaktaki evlilik programları arasında bir centilmenlik anlaşması varmış: Birbirlerinden kız alıp vermiyorlarmış!
Yani bir programa katılan diğerine katılamıyormuş.
İşte bu yüzden geçenlerde bir gelin adayı peş peşe iki programa birden katılınca kıyamet kopmuş, stüdyodan kovulmuş.
Oyun dışı kalan kızcağız da ağlayarak ortamı terk etmiş.
Bu programlardaki insanlar bayağı bilgisayar oyunu karakterleri gibi.
Oyunda kalabilmeleri için o içi boş flört çaylarına katlanmak, stüdyodaki çok bilmiş teyze ya da amcanın lönk diye suratına vurduğu “Sizi birbirinize yakıştıramadım” cümlesini canlı yayında afiyetle yemek zorundalar.
Açlık Oyunları (The Hunger Games) filminden beter bir vaziyet.
Şimdi ne yapacak o kovulan stüdyo gelini? Hangi oyuna dahil olacak?
Endişelerdeyim...
Bugün Altın Kelebek
Evet bugün özel bir gün.
Pantene Altın Kelebek Ödülleri bu gece sahiplerini bulacak. Heyecanımız tavan, sürprizler/şovlar hazır...
Geceyle ilgili izlenimlerimi paylaşacağım. Ama şimdi benim acilen kırmızı halıda giyeceğim smokinin son provası için modacı Nihan Peker’in Nişantaşı’ndaki ofisine gitmem gerekiyor, hadi kaçtımmm!
Vaziyet
Pazar yazısı haftanın son yazısı olunca her seferinde şöyle bir şey oluyor:
Tüm gezip gördüklerim, insanlarla olan tüm o konuşma balonları, yani hepsi birden birikiyor birikiyor ve bir sonuca ulaşmak istiyor.
İşte bu haftanın sonunda vardığım sonuç: Umutsuzluk, kayıtsızlık, hiçbir şey olmuyormuş gibi yaşamayı sürdürme...
Gördüğüm genel halet-i ruhiye bu...
Haftanın tek umutlu günü -sanırım herkes katılacaktır- 10 Kasım’dı.
Her zamankinden daha samimi bir saygı duruşu vardı.
Daha içten.
Cem Yılmaz’ın o günle ilgili Twitter’ına yazdığı gibi: “Güzel bir gündü. Atatürk’ü anmayan yok gibiydi. Sevenlerine baktım. Çoğu parlak, akıllı, faydalı insanlar, rastlantı olduğunu düşünmüyorum.”
Peki ya bundan sonrası? Meçhul.
Her zaman olduğu üzere...
Paylaş