Günah keçisi: Paylaşımlı masa!

Etiler’deki Nusr-et’te şef olarak çalışan Ali İhsan Kandil, yoğunluk nedeniyle iki kadın müşteriyi paylaşımlı masa tabir edilen büyük masalardan birine oturtmuş.

Haberin Devamı

Masa elbette boş değilmiş, iki erkek oturuyormuş.
Bir süre sonra iki kadın mekanın patronu Nusret Gökçe’ye durumu şikayet etmiş.
Nusret Gökçe de herkesin önünde şefine küfretmiş ve “Onları pazarlıyor musun?” diye çıkışmış. Ardından da kovmuş.
Eğlence hayatında en çok konuşulan mevzulardan biri bu.
Olay davalık.
Zaten bunca detayı şef Kandil’in patronuna açtığı dava nedeniyle öğrenmiş bulunuyoruz.
Kim haklı kim haksız karmaşasına girmeyeceğim.
Beni esas ilgilendiren şu oldu: O paylaşımlı masa. Asıl günah keçisi o!

MERHABA, YANINIZA OTURABİLİR MİYİM?
Bu paylaşımlı, büyük masa olayıyla aslında ilk kez The House Cafe sayesinde tanışıldı.
2002 yılında, Nişantaşı’ndaki Atiye Sokak henüz trafiğe kapatılmamış, sokakta in cin top oynarken...
House Cafe henüz şubeleşmemiş, bu sokaktaki küçük bir apartman dairesinde mütevazı bir şekilde takılırken...
İşte o zamanlar en çok o büyük masa etrafında sosyalleşmek sevildi.
Birbirini hiç tanımayan insanlar o masada oturdu.
Yan yana limonata içip salata yemekten gocunmadı, sıkılmadı.
Hatta belki yeni arkadaşlıklar doğdu.
Kısacası o masa herkese iyi geldi.
Sonradan başka mekanlarda da benzeri doğal olarak yapıldı.

İRKİLTİCİ BİR BAKIŞ AÇISI

Ve şimdi yıl 2015... Paylaşımlı büyük masası olan bir mekanda yaşananlara bakın.
İki kadın böyle bir kültürden habersiz.
Masadaki iki erkek sinekten rahatsız oldukları aşikar.
O iki erkek de paylaşımlı masa kültüründen bihaber olabilir. İki kadınla gereksiz bir muhabbete girişmişlerdir belki. Her şey bir yana, mekanın patronu paylaşımlı masa denen şeyi tamamen yanlış anlamış.
Onun penceresinden görünen şey irkiltici:
Pazarlamak, pazarlanmak filan...
Nereden nereye.
Eğlence hayatı son hızla büyüyor, serpiliyor, peş peşe yeni mekanlar açılıyor, insanlar daha çok sokağa çıkıyor ama gelişme sadece görüntüde kalıyor gibi.
Nezaketsizlik, anlayışsızlık, yeniliğe açık olmamak, her şeyi yanlış anlamak ve gerginlik başrolü bırakmıyor.

Haberin Devamı


Bir Sibel Can sahnesi deneyimi

Cumartesi gecesi Günay’a uğradım.
Sibel Can çıkıyor diye.
Bara konuşlandım ve Can’ı beklemeye başladım.
Saatler 23.45’i gösterirken gösterişli bir kırmızı elbiseyle sahneye çıktı Sibel Can.
“Kış Masalı” şarkısıyla açılışı yaptı ve sonra kıvrak ritimli hitleriyle devam etti. Ardından sanat müziği okudu.
Peki Sibel Can sahnesi nasıl bir şey?
Hemen sıralayayım:
? Cilveli bir şey... Neredeyse tüm bedeniyle seyircisine cilve yapıyor Sibel Can. Onların üzerine cilvesini aniden boca ediyor, ama araya mesafe de koyuyor. Göz süzüp öpücük fırlatırken dahi gizemli/nazlı bir duvarı var.
Kendisine erişilmesine izin vermiyor, iyi de yapıyor...
? Kıvrak bir şey... Oynuyor, oynatıyor, yerinde durmuyor.
? Hüzünlü bir şey... Bazı şarkılardaki kelimeleri öyle bir vurguluyor ki, hiç hüzünlü olmasan bile aniden bulutlanıyor, kalakalıyor, bir kadeh daha içmek istiyorsun.
? Sahneyi vokalistine bırakınca tuhaf bir şey... Çünkü erkek vokalisti salonu gazlayan şu şarkıyı söylüyor: Hayatı tesbih yapmışım, sallıyormuşum... Dahası, bu şarkı yetmiyor, hemen ardından sözleri bir hayli çarpıcı (!) şu acayip şarkı/türküyü okuyor vokalist bey:
“Tavukları pişirmişem, hanımı komşuya göndermişem...”
? Kısacası Sibel Can sahnesi mutlaka bir kez görülmesi gereken bir şey...

Yazarın Tüm Yazıları