Paylaş
Sensiz ben nefes alamam, buralarda hiç duramam, tek başına yalnız kalamam, senin kokunu özlerim, hep yollarını gözlerim, götür beni gittiğin yere...
Şarkının ilk beş dizesini pas geçelim, ama o son dize bugünkü yazının damarına uygun.
O sebepten yazıyı okurken hayal edin:
Fonda durmadan “Götür beni gittiğin yere” çın çın çınlasın, en dipte ise arzu edilen hızda bir remiks altyapı tesislemesi dıptıslasın dursun...
Müzik başladıysa şimdi başlayabiliriz gezintiye...
ZELDA ZONK Karaköy Gradiva Otel’in tepe terası Zelda Zonk’ta oturduğun açıya göre değişen alternatifli bir manzara var.
Bara doğru oturursan Galata Kulesi’ni görüyorsun, yandan yandan da Boğaz’ı.
Barı arkana alırsan ise Topkapı Sarayı’nı...
Dön baba dönelim manzarası diye buna derim.
Zelda’nın bu hali iyi hoş, ama azıcık acıktın mı işte o zaman daralmaya başlıyorsun.
Çünkü menüsü fazla alengirli, fazla ağır, mekanın spor şık haliyle uyumsuz bir şekilde fazla antin kuntin ve deneysel. Ayrıca seçeneği az.
O zaman ne yapıyorsun? Basit: Terastan bir koşu aşağıya inip karşıdaki büfeden mide kazıntısına çok iyi gelen bir Ayvalık tostu yiyor ve yukarıya pıt pıt geri dönüyorsun.
Neyse ki yakında hafifliyormuş Zelda’nın menüsü.
Her seferinde in-çık Ayvalık, en fit insana bile tavsiye edilmez hani...
REHAB
Uzun zamandır görmediğim kadar azgın bir kitleyi Rehab’te geçen perşembe gördüm.
Azgın derken, dans etme manasında. Her şarkıda kıpır kıpırdı Rehab kalabalığı.
DJ kabininde sürpriz bir şekilde Nihat Odabaşı vardı. Yani hayatın bir fotoşop oyunu değilse gerçekten oydu. Mekandakileri bu denli zıplatmayı başardığına göre Odabaşı bu DJ’lik işini kıvırmış görünüyor.
NOVO Asmalımescit’in küçük ve şahane barı Novo’da işleyiş şöyle oluyor: Biraz içeride müzik dinliyor, dans ediyorsun. Sonra kalabalıktan bunalıp dışarıya nefes almaya çıkıyorsun.
Ama o da ne? Sokaktaki kalabalık da en az içerideki kadar.
Bir de Novo’nun karşısına bir bar açılmış, “Götür Beni Gittiğin Yere” tarzı ağlak şarkılar söyleyip duran bir solist çılgınca bağırıyor.
Sesler, sözler, tarzlar birbirine giriyor yani. Nasıl derler, çok kaos style.
TOPLESS Mama Shelter’dan sonra Beyoğlu’nun en geniş terası olan Topless’a gittiğim gece Mabel Matiz’in doğumgünü partisiyle şehirdeki Erasmus öğrencilerinin kaynaşma partisi aynı anda cereyan ediyordu.
Dolayısıyla iki farklı kitle, iki farklı davranış hallenmesi birbirine karıştı, oturduğun yerden/bardan gözlemlemesi hayli şiirseldi.
Bir ara Mabel’in sevdiği şarkıları çaldırması ortamın Türkçe poplanmasına neden oldu. Erasmus’çular global çocuklar tabii, uyum sağladılar ona da çok geçmeden...
Bir kat aşağıdaki tuvaletlere merdivenle değil, asansörle ulaşıyor olmak ise gecenin işkencesiydi.
Meğer merdivenlerde daha önce kayıp düşenler olmuş. Güvenlik gerekçesiyle kapatmışlar.
İyi de başka çözüm yok mu? Asansörle inip çıkmak hem çok anti-pratik hem de hiç bağırsak dostu bir çözüm değil.
Bu arada tuvalette Can Bonomo’yla karşılaştım.
Paraşütle atlamaya merak salmış. Epeydir İzmir-Selçuk’ta bunun eğitimini alıyormuş. Artık hocasız, tek başına atlıyormuş yukarıdan aşağı/soldan sağa.
Ben de heveslendim, bir ara yapmayı düşünüyorum.
Ne de olsa: Hayat aynı gökteki gibi, uçuyooor anılaaar...
Bana bir Ece lazım
Birkaç mekanı arka arkaya gezip durmuşsunuz.
Saat olmuş bilmem kaç. Yani gecenin kör bir yarısı.
Yanındakine diyorsun ki, “Hadi uçağa atlayalım Amsterdam’a gidelim?”
O an yanındaki inanmaz gözlerle seni süzüp “Of delirdin galiba!” derse bittin.
Böyle bir şeyi gerçekleştirmen imkansız.
Ama tam aksine, “Tamam olur, hadi evden pasaportumu alalım” derse işte o an uçup gittin.
Üç-dört saat sonra aniden Amsterdam ya da deli gönlün isterse başka bir şehirdesin.
Ne diye? Aklına esti diye.
Dünkü Kelebek Pazar’da Kutlukhan Perker’in Ece’siyle birlikte böyle sürpriz bir macera yaşamışız.
Kutlukhan sağ olsun, o kadar güzel çizmiş ki beni, “Ağalar bu karizmatik lüle saçlı cidden ben miyim?” oldum sabah sabah.
Ama esas diyeceğim şu: Bana bir Ece lazım. Hem de acilen.
Böyle uçup gidelim, kaçıp duralım.
Maceradan maceraya koşalım. Fena mı olurdu?
Paylaş