Çocukluğunuzu ve ilk gençliğinizi geçirdiğiniz eve (eşittir anne-baba ocağı oluyor) gelince hep aynı şey oluyor.
Birer birer eskiler anımsanıyor. O dönemde okunan çizgi romanlar, dinlenen müzik kasetleri, izlenen TV dizileri, vesaire... Bu kez de öyle oldu.
Mesela okumuş olanınız var mı bilmem?
Alfa Yayınevi’nin çıkardığı bir acayip seri vardı. Adı, "Süper Korku"ydu.
İçindeki çeşit çeşit alacakaranlık hikayesi tarzı tuhaf öyküler farklı çizerler tarafından resmedilirdi. Ve onbeş günde bir yayımlanırdı Süper Korku.
Cidden her öykü hayli ürkütücü olurdu. Ki bunlardan bir tanesi hala aklımda.
Anımsadığım kadarıyla çıtlatayım:
Saçını hep topuz yapıp siyah çerçeveli gözlükle dolaşan, kısacası bayan Rottenmayer kılıklı bir kadın (Heidi’yi anımsayınız) New York’ta küçük bir daireye taşınır.
Bir süre sonra dairesinde hamamböceklerinin cirit attığını fark eder.
Hamamböcekleri her yerde vızır vızır gezinmektedir. Feci bir durumdur yani...
Kadın ilk başta onlardan iğrenir ama sonradan onlara sözünü dinletebildiğini fark eder.
Ve hamamböceklerini istediği gibi yönlendirmeye başlar!
Aslında gerisini pek hatırlamıyorum. Ama galiba kadının ölümü yine hamamböceklerinden oluyordu.
Halen her hamamböceği gördüğümde bu tuhaf kadın aklıma geliyor.
Demek ki zamanında süper tırsmışım yani...
Diğer retro ayrıntılar
Kurtuluşunuz yok, eskileri (yani ’80 ortaları ve sonunu) anımsamaya devam.
İşte hayli kişisel diğer retro ayrıntılar:
1. Çizgi romanlarıyla bir döneme damga vurmuş (Red Kit, Beşler Çetesi, Bob Morane, Cimcime, Baytekin, hatta Nuri Kurtcebe’nin Gaddar Davut’uyla), çocukları adam yerine koyan Milliyet Çocuk Dergisi...
2. Minti sakızından çıkan artist fotoğrafları...
3. Madonna’nın "Like A Prayer" albümündeki kartonetin parfümlü kokusu...
4. Bir İngiliz bilimkurgu klasiği: Doktor Kim ve Dalekler... (Kısa bir dönem dizisi de yayınlanmıştı)
5. Ve bence hala en iyi yerli psikolojik dramalardan biri olan 1986 yapımı "Teyzem" filminde, Müjde Ar’ıncanlandırdığı Üftade karakterinin yeğenine "Umuurrr... Umuurrr" diye hem iç acıtan hem de korkutan seslenişi... (O zamanlar sanki "Onuurrr" diye sesleniyormuş gibi gelirdi. İmdattt!)
Asıl ’seksi otel’ Büyükada’da
Adalar’a karşı romantik hisler besleyenlerden değilim. Daha doğrusu değildim.
Ta ki Aya Nikola Butik Pansiyonu görene kadar... Neden mi?
Bir kere, Aya Nikola’nın Osmanlı konseptinde hazırlanmış 11 odasının herhangi birinden çıkar çıkmaz karşınızda denizi ve Sedef Adası’nı görüyorsunuz.
Sadece çıkar çıkmaz da değil, odadaki cibinlikli yatakların konumu nedeniyle aslında uyanır uyanmaz bu manzarayla karşı karşıyasınız.
Sonrasında yukarıya, yani bahçe içindeki restorana çıkıp Aya Nikola’nın sahibesi Aysel Buluç’un özenerek hazırladığı kahvaltıdan bir güzel nasipleniyorsunuz.
Akşam yemeği de Aysel Hanım’ın elinden çıkma.
Özellikle asma yaprağında sardalye muhteşem.
Aya Nikola’nın tek handikapı, havuzunun olmaması. İsteyen denize de girebilir tabii, ama ben yosundan hoşlanmam derseniz, el mahkum sadece güneşleneceksiniz.
Aya Nikola, özellikle sevgililerin uğrak yeri şu sıralar. Sessiz ve hakikaten romantik bir enerjisi olduğu için herhalde. Bunu da laf olsun diye söylemiyorum, gittiğimde çiftler vardı genelde.
Eğer siz de sevgiliyle kaçmak niyetindeyseniz, adres belli: Büyükada iskelesinden faytona 15 YTL verince Aya Nikola’dasınız.