Festivalin en cesur filmi

Çarşamba günkü İstanbul Film Festivali yazısında bahsettiğim Shortbus diye bir film vardı...

O gün ayrıntılarına girememiştim filmin. Bugün o filme dalıyoruz işte (itiraz yok, hep beraber).

Çünkü festivalin en çok konuşulan filmlerinden biri Shortbus.

Aslında film, 11 Eylül sonrası her şeyden bunalmış, hatta dibe vurmuş New York insanlarının mutsuzluklarını anlatıyor.

Ama bunu sadece seks odaklı yapıyor.

Mesela bir seks terapisti var. Orgazm olamıyor. Sevgilisiyle her türlü şeyi denese de...

Sonunda kendisine terapiye gelen bir çift sayesinde New York’un yeraltı kulüplerinden Shortbus’la tanışıyor. Shortbus denen yerin özelliği ise çokcinselliği.

Yani her cinsel eğilimden, her zevkten insanın rahatça partner bulduğu, hatta uluorta seviştiği bir kulüp Shortbus.

Müdavimleri ise mekan içindeki sınırsız özgürlüğe rağmen çok da mutlu değil.

Herkesin bir derdi, arızası var.

Filmin konusu da işte o arıza karakterler üzerinden ilerliyor. Hepsini anlatmayayım şimdi.

Merak eden bu cumartesi gece 24.00 seansında izleyebilir. Shortbus’ın yönetmeni John Cameron Mitchell’ın bir başka meşhur filmi "Hedwig ve Kızgın Çıkıntısı"ndan sonra tabii...

Çünkü film -dediğim gibi- seksi saklamıyor.

Bu yüzden bazı kareleri pornografik gelebilir (aslında "gelebilir" değil, gelecektir!).

NOT: Seks hayatında mutsuz, arıza İstanbul insanlarının filmini kim yapacak acaba?

Abdullah Oğuz bu işe el atar mı? Ya da Çağan Irmak?

Hakikaten seks hayatlarını anlatan bir film neden yok bu ülkede? Hálá...

Bu mekanda her şey var

Bugünlerde herkes yeni bir mekana aç vaziyette. Artık halihazırdaki kışlık mekanlar kesmiyor.

İşte bu açlığı doyuracak ilginç bir yer açıldı. Adı, The Hall.

Ne yazık ki burası da öyle her gece açık bir kulüp değil.

Hatta duyduğuma göre sadece özel etkinlikler için açılacakmış. Çünkü The Hall, sanat merkezi+performans alanı+parti mekanı karışımı ilginç bir yer.

İçine girince anlıyorsunuz zaten. The Hall, oda oda ya da koridor koridor genişleyen tarihi bir mekan.

131 yıllık bir Ermeni Kilisesi’nden bozma. İç dekorasyonu için çok para harcandığı belli.

İngiliz yatırımcısı üşenmemiş, en güzel şekilde dizayn etmiş mekanı. Sonuçta The Hall gez gez bitmiyor. Mekanın en iyi avantajı da bu: Bir yerinde sıkılırsanız başka tarafa geçip ferahlama olasılığınız yüksek... Seçenek bol yani.

Benim gittiğim gece Levi’s sponsorluğunda yapılan "Sokak Stilleri" gecesi vardı. Defileli, partilemeli filan... Ve içerideki insanlar, farklı stilleriyle başka bir planetten ışınlanmış gibiydi. Uzun süredir gördüğüm en dışavurumcu kalabalıktı diyebilirim.

Son olarak The Hall’un yerini de tarifleyelim. Mekan, Küçük Bayram Sokak civarlarında.

Ağa Camii’nin oralardan giriyorsunuz (gerisi kolay, sora sora bulursunuz).

Eskiden bu sokakta travesti genelevleri vardı. Ama sırf bu mekan için genelev kaldırıldı.

Yatırımın gücü işte. Bir anda kabuk değiştiriyor her şey.

Rezil tasarım!

Faruk Saraç’ın polisler için yaptığı kıyafetlerin Kelebek’te yayınlanmasının ardından polis arkadaşlardan bana da (ne alakam varsa) mail döşenildi. Bir tanesi mail’inde, televizyonlardaki jüriler gibi yerden yere vurmuş tasarımları: "Faruk Saraç’ın bizim için tasarlamış olduğu kıyafetleri gördüm, inanın tam bir facia. Gülmekten kendimizi alamadık, gerçekten kötü bir tasarım. Sizden istediğim bu duruma köşenizde yer vermeniz. Zaten teşkilatça dibe vurmuşken bu kıyafetlerle daha da maskara olacağız. Damalı tasarımla İngiliz polislerinden etkilenmiş Sayın Saraç. Neyse, bize yorum yapmak ya da ’ben bunu giymem’ demek gibi bir hak verilmiyor" (Ufuk C.)

Valla benim konuyla ilgili söyleyebileceğim tek şey şu: Mevcut polis kıyafetleri de çok matah değil bana kalırsa. O yüzden Saraç’ın tasarladıkları fena durmuyor. Tek sorun, damalanma olayı galiba.
Yazarın Tüm Yazıları