Ferdi Özbeğen’li geceden notlar

Ferdi Özbeğen bir süredir Taksim Larespark Otel’in içindeki Portofino’da haftanın üç günü program yapıyor ve müthiş ilgi görüyor.

Öyle ki, salı gitmek istedim, "yer yok" dediler. Perşembe, yine aynı.

En sonunda cuma gecesi için "okey" verdiler ve soluğu Portofino’da aldım.

Grubumuzda iki kadın arkadaşımız vardı, Ferdi Özbeğen fanı.

Ama öyle böyle değil: Özbeğen’in fi tarihinde çıkardığı kasetleri bile getirmişler yanlarında, imzalatmak için.

Derken saat 22.30 civarı Ferdi Bey çıktı sahneye. Beyaz bir gömlek, beyaz bir fularla...

Piyanosunun başına oturup da spot ışıkları üzerine vurduğu zaman Papa gibiydi kendileri.

Peşi sıra eski şarkılarını okumaya başladı Özbeğen. "Şefkat arıyoruuum, dosttt arıyorummm", gibi gibi.

Baktım, herkes biliyor şarkıları. Üstelik o "herkes" içinde sadece orta yaş kesimi yok.

80 doğumlu genç çiftler de var.

Ama belli ki kadınlar sürüklemiş sevgililerini/eşlerini.

Çünkü erkeklerin arka arkaya aşk şarkısı dinlemekten sıkıldığı hemen belli oluyor.

Özbeğen ona da formül bulmuş. Şarkı aralarında şahane espriler yapıyor, kendisiyle ince ince dalga geçiyor. Hiç öyle "başöğretmen şarkıcı" havası yok.

Arada hareketli şarkılar söyleyip ortamı iyice şenlendiriyor.

Kısacası, tıpkı Plaza Otel’de program yapan Erol Evgin gibi, Ferdi Özbeğen de seyirciyi hemen avucunun içine alan bir şov yapıyor Portofino’da.

Fırsat bulunursa gecelerden bir gece, gidilesi yani...

Ulak aslında peygamber mi

Çağan Irmak’ın yeni filmi Ulak’ı izlerken Lars Von Trier’nin Dogville filmi aklıma geldi.

30’ların Amerika’sında, kendi halinde yaşayıp giden bir kasaba ahalisinin öteki (korkunç) yüzünü gösterir Trier o filmde.

Ulak’ta da tıpkı Dogville’in kasabası gibi bir köy var. Ama hangi döneme ait olduğu belli olmayan zamansız bir köy. İnsanları sinmiş, korkmuş, öylesine yaşayıp giden...

Bir gün gezgin bir masal anlatıcısı köye uğruyor ve her şey değişmeye başlıyor.

İyiler güçlerinin farkına varıyor, kötüler de bu durumdan korkuyor.

Ama bu noktada film de karışıyor.

Dinlere gönderme yapılıyor (insanları aydınlatan kitabın havariler tarafından dağıtılması ve Ulak’ın bir peygamber havasında sunulması), faili meçhul cinayetler karşısında sessiz kalan topluma mesaj gönderiliyor ("Bildiği halde susan da suçludur" lafının sık sık tekrarlanması) ve fantastik öğeler had safhaya çıkıyor (kötülerin cüzzamdan ölmesi ve tüm iyilerin arkalarına bakmadan orayı terk etmesi).

Belki bundan belki de bazı sahnelerin fazla uzamasından "Ulak" tam anlamıyla çarpmıyor insanı.

Bir şeyler yarım kalıyor. Ama üzerinde konuşturuyor, "Bu neden böyle yapılmış?" diye.

Bu arada, film için verilen emeği yadsımamak lazım: Sırf bu film için inşa edilen o koca köyü, o nefis kostümleri, görüntüleri...

Ulak, Babam ve Oğlum gibi büyük gişe yapmayacak belki, ama beyin jimnastiğini seven seyircinin hoşuna gidecek gibi.

AROG’un yaratığı harika

Ulak öncesi Cem Yılmaz’ın bir yıl sonra vizyona girecek yeni filmi AROG’un da fragmanı dönüyor.

Fragmandaki küçük "Alien"ı nefis yapmışlar gerçekten. Hasta olundu hani yerli Alien’a.

AROG yontma taş filmi olduğuna göre, dinozor da göreceğiz bol bol.

Bakalım onlar nasıl olacak?
Yazarın Tüm Yazıları