Paylaş
En keskin misal:
Cuma günü öğleden sonra saat 15.00 civarı Küçükçiftlik Park’ta beşincisi yapılan Kahve Festivali’ne (havalı adıyla İstanbul Coffee Festival) bakayım dedim.
Gittiğimde gözlerime inanamadım.
Girişte resmen kuyruk vardı!
Düşünün tatil değil, çalışma saatleri içerisinde. Günün ortasında.
İçeriye girdim, yine aynı şekilde kalabalık.
Yeni nesil kahvecilerin kurduğu stantların önünde kahve sıraları, çimenlerde uzananlar...
NEDEN BU KADAR ÇOK SEVDİK?
Doğrusu her şeye adaptasyonumuz ultra hızlı.
Kahve olayını da son on yılda ışık hızıyla benimsedik.
“Macchiato”lar, “double espresso”lar, “cortado”lar dilimizde.
Artık ana caddelerde filan değil mahalle aralarında bile irili ufaklı “coffee shop”lar var. Hepsi de aşırı cool olmaya çalışıyor. Tasarımlarına çok özen gösteriyorlar.
Peki biz bu “coffee shop” kültürünü neden bu kadar çok sevdik?
Bir kere artistik bir durum var:
Gidiyorsun bu “coffee shop”lara, Kolombiya yahut Etiyopya kahve çekirdeğinden demlenmiş kahveni yudumluyorsun.
Hatta tüm çekirdekleri tada tada artık kendi kahve zevkini oluşturmaya başlıyorsun.
Gelelim ikinci en sevme nedenimize...
Bu kültürün en büyük artısı seçeneğinin bol olması.
Kahve içerken istersen arkadaşınla laflıyorsun istersen tek başına saatlerce oturup çalışabiliyorsun.
Sana kalmış yani. Kimse “Hadi kalk git” demiyor.
Coffee shop’lar aslında biraz da en iyi arkadaşın gibi.
Git şımar, yayıl, takıl; oh!
Coffee shop hep orada seni bekliyor. Restoran gibi kasıntı da değil.
Galiba en çok bu yanını sevdik.
Dahası türlü türlü konseptler yaratmaya başladık bu konuda.
Mesela aylar evvel yazmıştım, Yalova’daki hapishane konseptli kafeyi.
Ama sevdik mi her şeyin suyunu çıkarırız ya.
Kahve Festivali’ne olan bu aşırı ilgi de bana biraz öyle geldi.
Unutmadan; festivalde “görünmek” isteyen için bugün de aynı yerde devam ediyor İstanbul Coffee Festival.
Giderseniz benim için de bir
“ice americano” içer misiniz?
Hadise ve kardeşleri
Türk ünlüleri neden akrabalarıyla çalışır?
Para ailede kalsın diye.
Birçok ünlünün kardeşi, yeğeni, şusu busu ya menajeridir ya da başka bir işine koşturur.
Profesyonel ekibi olan çok azdır.
Al işte Hadise’nin başına gelen.
Kardeşleriyle papaz oldu. Sosyal medyada “intikam”lı atışmalarla filan Kill Bill’cilik oynuyorlar kendi aralarında.
En baştan ekibini profesyonellerden kurmazsan olacağı bu.
Türk gençliği YouTube’da “aşırı kişisel” konuşuyor
Eskiden Ali Kırca’lı Siyaset Meydanı vardı.
Herkes her konuda fikrini söylerdi.
Şimdi devir YouTube devri.
Yeni nesil açıyor telefonun kamerasını ya da profesyonel makinesini.
Geçiyor karşısına. Konuşuyor da konuşuyor. 15-20 hatta bazen 30 dakika.
Artık nefesi ne kadar yeterse.
Peki ne konuda konuşuyor?
Kendileri hakkında! Hayatlarını, başlarına gelenleri filan anlatıyorlar.
Hepsi kendini aşırı önemsiyor.
Mesela geçtiğimiz günlerde böyle bir videoya denk geldim.
Çocuk 18 dakika boyunca hiç yerinden kıpırdamadan, bir zamanlar hiç beğenilmediğinden, zayıflamaya başlayınca beğenildiğinden bahsetmiş.
Bayağı terapi seansı yani.
Şaka gibi ama tüm bu “kişisel konuşmalar” izleniyor da.
Ve ne kadar “aşırı kişisel” konuşma yaparsan da o kadar çok izleniyorsun.
Başıma gelen tuhaf şeyler
Daha önce hiç bindiğiniz taksinin bagajında bavulunuz rehin kaldı mı?
Gülmeyin, benim kaldı.
Üstelik havalimanına gitmek üzere bindiğim takside!
Tuhaf olay geçen haftalarda gerçekleşti.
Uçağın kalkmasına iki saat kala bindiğim taksinin bagajı bir türlü açılmadı!
Taksi şoförü uğraştı didindi, bin kez bagaj düğmesine bastı, “Abi ilk kez böyle bir şey başıma geliyor” dedi.
Sonunda diğer taksi şoförü arkadaşlarını çağırdı.
Arka koltuktan filan bir yol bulmaya çalıştılar, ama nafile.
Açılmadı meret. Hem de tam bir saat boyunca!
Bagaj aniden açıldığında ise uçuşuma yirmi dakika filan vardı.
Yetiştim yetişmesine de hala olayın saçmalığı üzerimde tabii...
(İkinci vaka yarına)
Paylaş