Paylaş
Çünkü daha önce başka yabancı filmlerde defalarca benzerini gördüğümüz türden eski bir sahne.
Ama bu yeni Bond filmi kendini zaten “eski değerlere saygı” eksenine oturtmuş. O yüzden mesela, bu filmde serinin önceki filmlerine göre mümkün olduğunca az ve öz teknoloji kullanıyor Bond.
Bir yandan da kendi konumunu sorguluyor, “Bu yeni dünya düzeninde hâlâ benim gibilere ihtiyaç var mı?” filan diye... Tüm bunları geçip İstanbul kısmına tekrar geri dönersek:
- Eğer sonraki sahnelerde yer alan birkaç diyaloğu kaçırırsa o şehrin İstanbul olduğunu yabancı seyirci zaten anlamayacaktır.
Çok meraklıysa google’layacak ya da görsel hafızası kuvvetliyse “Aha, bana halıyı pahalı sattıkları yer değil miydi orası?” diyecektir.
- Oysa Şangay sahnelerinde daha cömert davranmış Bond’çular.
Hem anlamayan seyirci için koca bir “Şangay” yazısı geçiyor altta hem de şehrin ışıl ışıl gece görüntüsüne bolca yer veriliyor.
- Kendi adıma benim en çok hoşuma giden sahneler Fethiye’de, Kelebekler Vadisi’ni anımsatan bir yerde çekilen sahneler oldu...
Peki Bond filmi baştan sona nasıl?
Javier Bardem’in nefis canlandırdığı kötü karakterin sahneleri de olmasa son derece sıkıcı. Çünkü en iyi diyaloglar, espriler ona verilmiş. Yetmedi, bir de bu kötü karaktere hak veriyor, acılarına ortak filan oluyorsun...
Eskiden Bond’un kötü adamları dünyayı yok etmeye çalışırdı oysa... Bond mu? Gri, dar takım elbisesiyle ortalıkta dolanıp duruyor film boyunca.
Hâlâ yalnızız Muzaffer Bey
Kanyon’da gerçekleşen Bond filminin galasına Naomie Harris ve yapımcı Michael G. Wilson da katıldı.
Harris ve Wilson’ı tam da bizim olduğumuz salonda Mars Grubu’nun kurucularından Muzaffer Yıldırım seyirciye takdim etti.
Takdim öncesi de şöyle bir konuşma yaptı Yıldırım: “Nuri Bilge Ceylan yalnız ve güzel ülkem demişti. Ülkemiz hâlâ güzel, ama artık yalnız değil. Hep arzuladığımız gibi yabancı konuklarımız sıkça buraya gelmeye başladı.”
Yabancı ünlülerin bir film galası/çekimi, bir spor karşılaşması, bir bilmem ne için gelmesi elbette güzel bir şey. Yadsımıyorum.
Ama hâlâ yalnızız Muzaffer Bey.
Yalnız olmadığımızı bile bu kadar çok vurgulama gereği duyduğumuz için...
Bir insan durmadan “Hayır, yalnız değilim, valla değilim” derse ona “Ah zavallım, ne kadar da yalnız” diye bakıp üzülmez miyiz? Bu da o hesap.
Sizce Arzu ne yapsın şimdi?
Tam da A.Ü Tıp Fakültesi’nden Hamit Hancı’nın alkol muayenesi ile ilgili Hürriyet’e söylediği “Mevzuatta boşluk var, sürücü istemezse üflemek zorunda değil” görüşü tartışılırken Arzu’nun başına gelenleri öğrendim.
Soyadını gizliyorum, çünkü istemedi. Kendisiyle ortak tanıdıklarımız var, ama arkadaş değiliz. Bir sabah siniri bozulmuş bir şekilde aradı, “Başımdan bunlar geçti, sesimi duyurmak istiyorum” diye. Şimdi onun anlattıklarını yorumsuz aktarıyorum. Ve diyorum ki: Peki Arzu ne yapsın şimdi arkadaşlar?
E5’E ATARIZ DEDİLER!
“Cumartesi akşamı saat 03.30 civarı Yoğurtçu Parkı’ndaki alkol kontrolüne yakalandım. Polisin istediği gibi üfleyemediğim için beni ‘Ya üflersin ya da kelepçeleri takıp seni kan testine götürürüz’ diye tehdit etmeye başladılar. Yanımdaki yabancı arkadaşımla şok geçirdik. Çok geçmeden açık olan penceremden polis kelepçeyi taktı. Birkaç sefer daha üflemeyi denedikten sonra birden arabamın kapısını açtı ve beni polis arabasına ite kaka sürükledi!
Hem arabamdan dışarı çekilirken hem de onların arabasına itilirken iki kez kafamı çarptım. Bu arada yüksek sesle bağırarak yardım istedim. Çünkü etrafta insanlar vardı.
Polise, ‘Ne yapıyorsunuz?’ dediğimde ‘Bak göreceksin seni şimdi E5’e atarım’ diye saçmasapan laflar etti. Biraz ilerledikten sonra araçlarını durdurdular ve ben tekrar üfledim. Hiçbir promil çıkmadı. Bu kez, ‘Ne diye bu kadar tantana yaptın, içmemişsin ki!’ diye beni azarladılar.
Aracıma geri yürüdüğümde başka bir polis arabası geldi.
‘Burada sorun varmış, nedir?’ diye sordular. Tüm olanları anlattım. Ertesi gün avukat arkadaşımı aradım, şikayetçi olmamı söyledi.
Sinirlerim yeteri kadar gerildi. Şimdi savcılık, adli tıp, 15 gün sonra da polisi teşhis edecek kuvveti bulamıyorum kendimde açıkçası.”
Paylaş