Paylaş
Kolombiya’ya gideceğimi söylediğim herkesin ağzından çıkan ilk cümleler aşağı yukarı şöyleydi:
“Aman dikkat et kendine...”
“Güvenli mi oralar, emin misin?”
“Adam kaçırmıyorlar mıydı orada?”
Çok fazla uyarı cümlesi duyunca insan haliyle ekstra tedirgin oluyor.
Gitmesem mi acaba diyorsun.
Oysa ülke hakkında onca güncel blog yazısı, şu bu okumuşsun. Gidenlerin deneyimini yalayıp yutmuşsun.
Hatta ülkenin tarihine, yaşanan 52 yıllık iç savaşına dahi hakim olmuşsun.
Ama nafile işte.
Kolombiya denilince aklına direkt Narcos dizisi gelenlerin korkutucu cümlelerinden şıp diye etkileniveriyorsun.
Oysa hiçbir yer hakkında gitmeden, deneyimlemeden peşin hüküm vermemek lazım.
Git, gör, yaşa ve sonra kendi kararını kendin ver.
Peki senin kararın ne oldu derseniz, o kısım yarına.
Biraz heyecanlı olsun...
Bugün Kolombiya macerasından bir başka ayrıntı var. Önce onu anlatacağım...
Ya bu tekne batarsa?
Tıka basa dolmuş, küçük, salaş bir teknenin içindeyim.
Tedirginim, ama çaktırmamaya çalışıyorum.
Süslü püslü can yeleklerini geçiriyorum teknedeki herkes gibi üzerime.
Az sonra Cartagena limanından okyanusa açılıp plajların peş peşe sıralandığı bir yarımadaya gideceğiz.
Yolculuğun 45 dakika süreceği aklıma tekrar gelince, bir an “İnsem mi?” oluyorum.
İşte o sırada Amerikalı Dana motora biniyor ve biner binmez de bizim grupla tanışıp sohbet etmeye başlıyor.
Şahane bir özgüven ve rahatlıkla... Toplasan otuz-kırk saniye içinde kendine dair belli başlı her şeyi anlatıveriyor Amerikalı yeni arkadaşımız Dana: Boston’da yaşıyormuş, mühendismiş, yalnız başına seyahat etmeyi seviyormuş, en iyisi en güzeli buymuş, kimseye bağımlı kalmıyormuşsun,
Kolombiya’ya ilk kez gelmiş ve üstelik tek yön bilet almış.
Yani ne zaman döneceğini kendisi de bilmiyormuş.
Her şeyi zamana bırakmış.
Hiç susmadan konuşan Dana’nın tek başına Kolombiya’ya gelişindeki umursamazlığı ve rahatlığını buraya gelmeden evvel, “Aman dikkat et, Kolombiya’da başına bir şey gelmesin” diyenlere yollamak istiyorum.
Ama çok geç; o minik tekne havalanarak kalkıyor, hızlanıyor ve resmen uçmaya başlıyor. Korkudan her şeyi unutuveriyorum.
Dalgaları yara yara Allah’a emanet ilerlerken bizim gruptan bir arkadaşımız espriyi patlatıyor: “Yanımızda bir Amerikalının olması iyi oldu. Tekne batarsa eğer Amerikalılar kızı kurtarmak için hemen bir helikopter filan yollar. Biz de böylece kurtulmuş oluruz.”
Dalgalar arasında sarsıla sarsıla plajların olduğu noktaya ulaştığımızda herkes travmatik tekneden koşarak iniyor. Dana da bizimle beraber. Diyor ki, “Sizinle geleyim mi?”
“Tamam” diyoruz ve hiç susmayan Dana tüm gün bizimle beraber takılıyor.
Hatta orada başka yabancılarla tanışıyor, onlar da otuz saniye içerisinde muhtemelen Dana’nın hayatına dair belli başlı şeyleri istemedikleri halde öğreniyor.
TEK DURAKLIK ARKADAŞLIKLAR
O an anlıyorum: Dana aslında koca ülkeyi yalnız başına gezmiyor.
Gezerken -tıpkı bize yaptığı gibi- tek duraklık arkadaşlar ediniyor.
Acaba çoğu gezgin tek başıma dünyayı turluyorum derken bu tatlı taktiği mi uyguluyor?
Sonuçta insan ne olursa olsun yine bir insana ihtiyaç duyuyor.
Hem deneyimini paylaşma hem de birilerinin peşine takılıp sürüklenme keyfini yaşamak için...
Paylaş