Bir başka dünyanın insanları arasında

Marinada birikmiş hayli şık bir kalabalık var.

Haberin Devamı

Çoğunluğu orta yaşlı.
Hepsi aynı yöne, denize bakıyorlar.
Çünkü denizde irili ufaklı, eski-yeni yüzlerce tekne var.
Kimisi 1900’lerden kalma kimisi de günümüz teknolojisiyle donanmış, ultra modern.
Herkes heyecanla yarışı bekliyor.
Dünyanın en önemli yelken yarışlarından birini, Les Voiles de St. Tropez’i...
Ama bir rüzgar sorunu var. Yeterince rüzgar yok deniliyor. Yarışlar bir türlü yapılamıyor. Derken beklenen rüzgar çıkıyor ve yarışlar başlıyor.
Hafta sonunu işte böyle bambaşka bir dünyada, bambaşka bir dilde konuşan insanların arasında (“nat aşağı nat yukarı”) St. Tropez’nin o yelken soslu meşhur sezon sonunun tadına bakarak geçirdim.
İşte size o dünyadan gayet hafif ve ılık notlar:
- Yelken işi sabır işi, mesela benden ilerleyen yaşta filan katiyen yelkenci olmaz. Çünkü sabırsızın tekiyim.
- Yelkenciliği “zengin işi” olarak bilirdim, yarışa katılan Türk teknelerinden Fairwind’in gözde yelkencisi Burak Gorbon, “Hayır” dedi, “Bizde öyle algılanıyor. Yurtdışında tam tersidir. Sadece zenginler bu sporu yapmaz.”
- Ama yine de işte babadan-dededen bu yelken sevdasını kapmış olmak gerekiyor.
Burak Gorbon daha beş yaşındayken dedesinin teknesinde, daha sonra babasının tasarladığı teknelerde tatmaya başlamış bu tutkuyu.
Gerisi çorap söküğü misali, yelkenler hep fora...

Haberin Devamı

SADECE KUPA MI?

- Burak’ın içinde yer aldığı Fairwind teknesi iki gün boyunca yapılan yarışların sonunda ikinci oldu.
“Ödülünüz nedir?” diye sordum Burak’a. Zannediyorum ki milyon dolarlar kazanıyorlar. Öyle bir maddi getirisi yokmuş yarışın, sadece kupa alıyorlarmış. Hayal kırıklığına uğramadım dersem yalan olur.
- Sponsorsuz, desteksiz bu iş olmuyor tabii. Burak’ın teknesinin yanı sıra yarışta dördüncü olan diğer Türk teknesi By Farr Lemon’ın sponsoru Shop&Miles’tı. Zaten her iki tekne de Shop&Miles’ın yurtiçinde yaptığı yelken yarışlarında dereceye girdikleri için St. Tropez koylarındaydı...

PRENSES STEPHANIE NEREDE?

- Heves etmeyin, St. Tropez göze/kulağa hoş gelen ama içerikte hayli sıkıcı bir yer. Dört-beş adım ötesindeki Prenses Stephanie’nin memleketi Monako bile daha heyecanlı (Ah meşhur kulüp Jimmy’z ah!)
- Hakikaten ne oldu Stephanie’ye? Niye müzik filan yapmıyor artık? Yoksa yine boşandı mı?
Yazının burasında YouTube’a girip “Irresistible”ını dinleyin prensesin, fon olsun... Ya da “Dance With Me”sini. İçiniz bir hoş sedayla dolsun...
- Yine de St. Tropez’ye haksızlık etmemeli tabii. Başınızı çevirdiğinizde her an Brigitte Bardot’nun “Ve Tanrı Kadını Yarattı” filmindeki halini görecekmişsiniz gibi gelen bu kendi halindeki lüks kasaba, jet sosyete konukları itibariyle sürekli bir film seti havasında, o yanılsamada.
- Unutmadan; restoranı meşhur plaj Club 55, gece geç saatlere kadar eğlencesi devam eden Voile Rouge ve tipik bir İzzet Çapa mekanı gibi duran Villa Romana, St. Tropez’nin en iyi film setleri, pardon mekanları...

Haberin Devamı

Uçacaksın, havalara uçacaksın

Önce bir mail:
“Merhabalar! Bazen o kadar uçuyorsunuz ki anlamak mümkün değil.
En son şu tenis seksi ve size yazan o kadınlar!
Kendimi modern, yeni fikirlere açık sanırdım ama bu kadarı da fazla...
Ben erkek olduğum halde bir şeyler hissetmeden salt seks için beraber olamam bir kadınla. Kadınlar bunu nasıl yapacak ki?...” (Cem)
Şimdi de yanıt hakkı:
Cem Bey, Cem Bey, böyle yankılı bir tempo tutturmak istiyorum izninizle.
Yahu uçan ben değilim. Bir filmden yola çıktım, yazı yazdım. “Tenis seksi” dediğiniz o yazı yani.
Sonra da kadın okurlar kendiliğinden görüş bildirdi.
Bu demek değildir ki tüm kadınlar onlar gibi düşünüyor, yaşıyor.
Diyelim ki onlar “uçan süpürge” sizin konumlamanızla, o zaman siz de onlara takılmayın, kafanızı yormayın.
Olsun bitsin derim. Değil mi ama?

Yazarın Tüm Yazıları