Paylaş
Çünkü küratörler Jens Hoffman ve Adriano Pedrosa, onun eserlerinden yola çıkarak oluşturmuş bienalin ana hattını.
Ya da o havalı akademik dille, kavramsal çerçevesini.
“İsimsiz” adlı başlık oradan geliyor yani, Torres’in eserlerinden.
Peki aslında kim bu Torres?
Sadece “Küba asıllı Amerikalı bir sanatçı” mı? Bu kadar mı?
Değil elbet. İki aylık kültür gazetesi ArtUnlimited’de yayınlanan Osman Erden imzalı şahane yazı sayesinde Torres’in esas sırrına vakıf oldum: Aşk!
Elbette başka şeyler de var Torres’i tanımlamaya dair:
Küba’da doğup bir dönem Porto Riko’da yaşaması, derken New York’a taşınıp kendini orada özgürce ifade etmesi, “göçmen ve eşcinsel sanatçı” etiketleri içine sıkıştırılmaktan hazetmemesi, silahlı şiddet üzerine yaptığı 1990 tarihli çalışma ve “sanat politikayla alakalı değildir, bizzat politikanın kendisidir” görüşünü benimsemesi...
Ama işte hiçbiri Torres’in AIDS’ten kaybettiği sevgilisi Ross’un ardından yaptığı eser kadar çarpmıyor insanı.
Eserin adı İsimsiz (Ross’un Portresi).
Eseri kısaca şöyle tariflemek mümkün:
Galerinin bir köşesine yığılmış yüzlerce, rengarenk bonbon şekeri düşünün. Hani bizde bayramdan bayrama ikram edilen o eski, janjanlı şekerlerden...
Bu yığılmış şekerlerin ağırlığı, Torres’in ölen sevgilisi Ross’un sağlıklı zamanlarındaki kilosu kadar, yani 79 kilo.
Ve eseri görmeye gelenler Ross’un hayat-
tayken çok sevdiği bu şekerlerden bir tane alıp yemeye davet ediliyor.
Şekerler yenip tüketildikçe azalmaya başlıyor.
Ross’un son zamanlarında hızla kilo kaybetmesi gibi...
Torres’in bu hüzünlü eseri Bienal’de sergilenmiyor.
Ama işte bu eserden ilham alarak oluşturulmuş bir bölüm var: “İsimsiz: Ross”.
O bölümdeki eserleri gezerken bu hikayeyi bilmekte, hissetmekte fayda var.
Yoksa hızlıca bir göz atıp çıkınca eserlere, pek bir anlamı olmuyor Bienal’in.
Hatta bu aşkı, ardından tutulan matemi bilmeyince tamamen anlamsız kalıyor.
Bienalden geriye kalan hisler
- LABİRENT HİSSİ... Bir odaya girerken, “Buraya daha önce girmiş miydim?” oluyorsun. Bazen de bunalıp çıkışı bulmak istiyorsun. Çünkü Antrepo’lardaki sergiler oda oda ilerliyor.
- AĞIRLIK HİSSİ... Özellikle silah, savaş, ölüm, kaybolanlar/öldürülenlerle ilgili bölümlerde sergilenen işlere uzun uzun baktıktan sonra böyle hissediyorsun. Mesela Filistinli sanatçı Bisan Abu-Eisheh’nin “Evcilik Oyunu” adlı işi. Müzelerdeki gibi bir camekanın içine özenle yerleştirilmiş objeler var “Evcilik Oyunu”nda. Ama bu objeler öyle bilmem kaç yıl öncesine ait hoş sanat eserleri değil. Son kırk yıldır Kudüs’teki evleri “usüle uygun değil” diyerek yıkılan Filistinliler’in o evlerin enkazından çıkartılan eşyaları...
- HAFİFLİK HİSSİ... Bazı işler öyle zekice ki hayran oluyor ve eğleniyorsun.
Mesela “Tarihsel Plaklar” arşivi bunlardan biri. Dünyaca ünlü devlet adamlarını plak kapağı olarak yorumlamışlar. Cidden nefis olmuş.
İmaj dünyası
- HAMAMBÖCE-ĞİNİN İMAJI...
Kadir İnanır ödül töreni sırasında omuzlarında gezinen hamamböceğini alan görevliye darılıp “keşke almasaydı” demiş.
Görevlinin suçu yok aslında. Suç, hamamböceğinin imajında! O gezinen bir başka böcek; ne bileyim bir uğurböceği, bir karınca ya da başka bir şey olsaydı kimse gidip omzundan almazdı herhalde İnanır’ın.
Ama işte hamaböceğinin imajı çok fena. Algısı yerlerde!
HAM-DER’in acilen bu konuya eğilip “İnsanların gözündeki kahpe imajımızı nasıl değiştiririz biraderler” mevzusunu acilen masaya yatırmaları gerekiyor.
- ESRA DERMANCIOĞLU’NUN İMAJI...
Maalesef bu topraklarda fazla gezip tozana, gezip tozarken de gönlünce içip dağıtana pek hoş gözle bakılmaz. Hele hele bu kişi kadınsa...
Nedense kadınların daha “derli toplu” dağıtması beklenir. Onların dağıtmasına “yakışık almadı” gözüyle bakılır. Esra Dermancı-oğlu bu köhne bakışa inat; geziyor tozuyor ve dağıtıyor.
Umrunda değil söylenenler, at gözlüğü bakışlar...
Yani umarım öyledir.
Keyfini bozmasın Dermancıoğlu. Kafasına göre takılsın...
Paylaş