Bedenin kadar konuş!

Hazır İstanbul’da Brand Week başlamışken, marka-iletişim-yaratıcılık hususlarında bin tane konuşma yapılacakken ve bu hadise cumaya kadar sürecekken şunu dillendirmenin tam sırası:

Haberin Devamı

En büyük marka artık kendi bedeniniz, değerini bilin.
Öyle ki, resmen onunla kafayı bozmuş durumdayız.
En gözle görülür misal: Beş-altı yıl öncesine kadar büyük şehirlerde spor salonu sayılıydı ya da o havalı deyişiyle ‘gym’ler.
Ama şimdi öyle değil.
Bu alanda yeni markalar çıktı ve sadece belli bir kesime değil, her kesime ulaşma derdindeler.
Dolayısıyla spor salonu üyeliği lüks bir şey olmaktan çıktı/çıkıyor.
Esas lüks şimdilerde şu: Sırf kendi spor hocanızla çalıştığınız kısıtlı sayıda üyeye sahip butik salonlar.
Ya da sadece cross fit yaptığın, kick box’la kendinden geçtiğin bedeni en had safhada biçimlendirmeye yönelik yerler...
Pilates ve yoga salonları ise mantar gibi çoğalmaya devam.

VAKİT AZ VAKİT!
Bu arada fitness sektörü de acayip.
Sürekli yeni bir egzersizle tanışıyoruz: Tabata’sı, insanity’si, boot camp’i… Klasik egzersiz yetmiyor çünkü bedenlere.
Hepsinin ortak yanı ise şu: Az vakitte bedeni çılgınlar gibi çalıştırarak en yağsız seviyeye, yani en taş versiyona ulaşmak...
Eh, günümüzde zaman önemli değil mi?
Kimse iki-üç saat (eğer yan amacı flört değilse) spor salonunda kalmak istemiyor.
Her egzersizin vurgu yaptığı nokta artık bu: Yarım saatini ayır, yeterli diyorlar.
Bak nasıl baklavaların çıkmaya başlayacak...
Bu ‘zaman çok az’ ılgınlığına vurgu yapan son hoşluklardan biri de elektrik akımıyla egzersiz yapmak!
Akımın verdiği yoğun titreşimle en çalışmayan kasları bile çalıştırmak. Bunun da şubeleri o kadar hızlı yayılıyor ki, inanılmaz.

DETOKS YAPMAYANI DÖVÜYORLAR
Sadece spor değil, bedeni biçimlendiren.
Bir de detoks/sağlıklı yaşam arenası var.
Artık yılda bir detoks yapmayanı, sağlıksız yaşayanı ayıplıyorlar neredeyse.
Geçenlerde toplantıdan toplantıya koşturan bir kadın arkadaşımı gördüm mesela.
Elinde bir tane şişe, sürekli ondan bir şey içiyordu.
Dedim, “Hemşire hayrola? Ne içiyorsun böyle durmadan?”
Meğer detoksdaymış. Beş gün sonra bir düğüne katılacakmış.
Orada incecik olmak/öyle görünmek istiyormuş.
Bu yüzden üç-dört gün boyunca sadece sıvı içecekmiş.
Meyve-sebze sularına abanmış, sıvıyla besleniyormuş yani...

İYİ GÖRÜNÜYOR MUYUM?

İyi görünmek...
Evet, tek dert bu. Hem başkalarına hem kendine. Bedenin iyiyse sen de iyisin.
Bedenin kalın ve hantalsa sen de pek iyi ve revaçta değilsin.
Günümüzün en acımasız şiarı bu.
Bu yüzden diyorum ya, en büyük marka kendi bedeniniz diye...
Dolayısıyla o masum “Kilo aldın/verdin” konuşmalarını geçiniz, artık yemek tarifi verir gibi şöyle diyaloglar zıplıyor etrafta:
“Hangi egzersizi yapıyorsun? Bana da söyle yapayım, çok iyi görünüyorsun!”

İNSANLIK İKİYE AYRILIRSA?

Yakın zamanda şöyle ikiye ayrılabilir insanlık:
Süper vücutlular ve hali hazırdaki vücuduyla barışık, öyle yaşamayı sürdürenler...
Sonrasında, daha da ötesinde neler olabileceği bilimkurgu artık.
Tek bildiğim şu: Yakın zamanda şu detoks programlarından birini sırf meraktan deneyeceğim galiba.
Ne de olsa bu beden benim olduğu kadar günümüz şartlarında artık herkesin. Tıpkı sizinki gibi...

Bir süper vücut örneği
Instagram hesabından kendisini takip ederek neler yaptığını görmek mümkün. Ebru Şallı’nın eski eşi Harun Tan’dan bahsediyorum.
Bir süper vücut, bir biyonik/lastik adam olma yolunda ilerliyor kendisi.
Sadece bedeniyle konuşuluyor. Çünkü sırf ona yatırım yapıyor. Bundan haz alıyor.
En azından dışardan bakınca öyle görünüyor.
En son mesela, özel bir hastanede yerçekimsiz ortamda yapılan sporcu testini başarıyla tamamlamış.
O da yetmemiş, -108 derecelik bir odada 3 dakika kalabilmiş.
Harun Tan örneği çok uç gelebilir, hatta “Bu kadar da kafayı takamam” diyebilirsiniz.
Ama işte, her markayı dönem dönem yenilemek lazım ya.
Bedeni de en büyük 21. yüzyıl markası ilan ettik madem, o zaman yenilenmek için onun da durmadan fark yaratması şart, öyle değil mi ama?

Haberin Devamı

El salla kol salla
Cumhurbaşkanı’nın “Sigara içiyorlar” diye azarladığı o kafedeki gençlerden biri şöyle konuşmuş:
“Cumhurbaşkanı geçiyor denilince ben fotoğraf çekmek için ayağa kalktım. O esnada birçok kişi dışarıda kendisine el sallıyor, o da karşılık veriyordu. Biz ise el sallamayıp fotoğraf çektik.
Fotoğraf çekerken de kendisinin el sallamasına karşılık vermedik.
El sallaması havada kaldı bir bakıma.”
Yani asıl olay, malum “terbiyesiz herif”in çıkış noktası sigaradan çok buymuş sanki.
O zaman (kafaları yemeden evvel) Barış Manço’nun o şarkısını hatırlamanın tam zamanı:
“El salla el salla, kol salla kol salla, sağ gosterip sol salla, bir omuz at sağdan solla.”

Yazarın Tüm Yazıları