Cuma gösterime girecek Barda’nın galasından sonra çoğunluğun ruh hali üç aşağı beş yukarı aynıydı: Bir süre bara filan gitmesek!
Hoş, bir de gala sonrası Mojo’da filmin partisi vardı.
Film ekibi gitmiştir elbet, ama davetlilerden giden oldu mu kuşkuluyum...
Çünkü filmin konusu şiddetli ve o şiddetin hepsi de barda geçiyor.
Bar deyip geçmeyelim, biraz açalım.
Filmde tarif edilen bar, Beyoğlu’nun ara sokaklarından birinde olması muhtemel bir rock bar.
İşte bu bardaki rock konserine geliyor kahramanlarımız.
Kahramanlarımız da yirmili yaşlarının başında kızlı, erkekli bir grup.
Filmin başında onlarla ilgili çeşitli ipuçları veriliyor ama yeterli değil. Zaten bu kısım Kampüsistan tadında, biraz sabun köpüğü.
Bir de ilk sahnelerde kimin ne söylediği anlaşılmıyordu.
Seste bir sorun vardı.
Neyse, kahramanlarımız konser bittikten sonra barda kalıp birer tane daha içiyorlar.
Nitekim burası olmamış. Hiçbir Türk genci bar dımdızlak boşaldıktan sonra içerde kalıp "Haydi birer tane içelim" demez. Kalabalık yere gitmeyi tercih eder.
Ama filmdekiler kalıyor. Derken içeriye "onlar" geliyor. Onlar, yani ötekiler. Normalde bara alınmayacak tipler, alınsalar dahi herkesin "huzurumuz bozuldu, bak onlar geldi" diye rahatsız olacağı tipler... Bunu da zaten ben değil, o tiplerin elebaşısı filmin bir yerinde itiraf ediyor.
Bu arada "tip" diyorum, çünkü film onlarla da ilgili bir derinlik sunmuyor.
O yüzden seyircinin algısı "o tipler" ya da en fazla "it, kopuk"tan öteye gitmiyor.
Sonrasından anladığımız şu: Oyun dışı kalmış o tiplerin, kendilerinden daha şanslı gördükleri ve "onda varsa bende niye yok" diye içten içe nefret ettikleri esas tiplerden olan intikamı.
Bol şiddet ve tecavüz aracılığıyla...
Bana film zaman zaman Michael Haneke’nin "Funny Games"ini (Tehlikeli Oyunlar) anımsattı.
O filmde iki genç, lüks villalardan birine girip bir aileye şiddet uyguluyordu.
Ve son sahnelere doğru seyirciye dönüp "Daha fazlasını istiyor musunuz?" diye soruyordu.
"Barda" bu soruyu sormuyor, daha fazlasını bizzat kendisi gösteriyor. Aradaki fark bu...
Buna rağmen sondaki "adalet" vurgusu nedeniyle özellikle, es geçilmeyecek bir film Barda.
NOT: Yazmadan geçemeyeceğim. Galada konuşulan bir meseleydi çünkü. Yönetmen Serdar Akar’ın Kurtlar Vadisi Irak gibi bir filmden sonra Barda’yı çekmesini samimi bulmayanlar vardı. Eminim Akar’ın buna vereceği bir yanıtı vardır.
Che İlker Guevara
Aslında beraber dizide oynamalarına gerek yok Yeşim-İlker İnanoğlu çiftinin.
Hayatları, yerli dizilerin bir süre sonra tıkanan senaryoları gibi: Biri diyor, hayatta boşanmam. Öteki diyor, ayrı eve çıktık bakacağız duruma.
Sonra biri çocuk yapmak istiyor. Öteki diyor ki, olur mu öyle şey ayrı evlerdeyiz.
Hadi bunlardan bize ne, ama İlker İnanoğlu’nun Sabah’taki röportajında ettiği şu laflara, kurduğu siyasi bağlantılara insan inanamıyor. Buyrun buradan yakın: "Hanımefendi (röportajı yapana sesleniyor), geldiğimden beri Türkiye’de şuna dikkat ettim. Hrant Dink hayattayken onu susturmak için her şey yapıldı. Öldükten sonra kahraman ilan edildi. Bu ilişki de başta taşlanıyordu, şimdi ayrılık olayı çıktı, herkes üzülüyor. Bunu anlamıyorum Türkiye’de..."
İlker Bey’in aynı röportajdaki asıl bombası ise şu: "Che Guevara’yım ben yani. Hayatım boyunca isyan ettim, her şeye. Hep zor yolu seçtim".
Ne diyelim, en iyisi hep beraber destek çıkalım: Hepimiz Che’yiz, hepimiz İlker’iz...
Geceyarısı spotları
* Maalesef Tepebaşı’ndaki tinerciler yeniden çoğaldı. Hafta sonu Nu Pera,Wan-na etrafında o kadar çoklardı ki... Etkilemiş olabilir mi bilmem, ama cuma gecesi için Nu Pera epey boştu.
*Dans tuttu galiba. Cumartesi gecesi her alemi temsilen birer kişi oradaydı: Cem Hakko, Tuba Ünsal, Murat Aslan filan... Adı Dans olan mekanda danseden yine azdı tabii. Gerçi herkes dip dibeydi. Biri dansetse, öteki "sürtünüyor" diye arıza çıkartabilirdi...