Atina yeniden doğuyor, ya İstanbul?

The New York Times’ta önceki günlerde “Welcome back, Athens” başlıklı bir yazı yayınlandı.

Haberin Devamı


Özetle Atina’nın yeniden doğuşundan bahseden; şehrin yükselen genç enerjisini, barlarını, galerilerini, sokaklarını öven bir yazı.
Charly Wilder imzalı bu geniş yazı, Atina’nın yıllar önceki kaos/kriz ortamından sonra şimdi başka bir enerji taşıdığını söylüyor.
Yazıyı okuduktan sonra kıskanmamak elde değil.
Atina yeniden doğarken yanı başındaki İstanbul ne durumda diye düşünmeden edemiyor insan.
Halbuki bir dönem İstanbul “cool” bulunur, yabancılar şehre akın ederdi.
Tamam, terör olaylarının elbette bir etkisi oldu ama İstanbul kendini çabuk toparlayan bir şehir. Sosyal hayat bir şekilde hep devam etti.
Kabul etmeli; uzun süreden beri yeni, yaratıcı, heyecan verici bir şey yok İstanbul’da.
Tek heyecan verici şey Dolapdere’de peş peşe açılan galerilerin varlığı ve buranın dönüşümüydü. Lakin o da büyük bir sinerji yaratamadı.
Belki de İstanbullu’nun kafasının hep “dolu” olmasından kaynaklanıyor bu durum.
Kimse rahat değil.
Bırakın daha fazla galeriyi, kafeyi, restoranı; konservatuvar binasının yerinde kalabilmesi için bile çırpınmak zorunda kalıyor İstanbullu. “Cool İstanbul”dan buralara geldik yani.
Ama yine de İstanbul bu. Bir an gelir, enerjisiyle komşusu Atina’yı yine sollar geçer.

Haberin Devamı

Atina yeniden  doğuyor, ya İstanbul

İçinden Aman stili geçen bir rüya

Yıl 1988. Endonezyalı otelci Adrian Zecha artık farklı bir şey yapmak ister ve Phuket’e yaptığı bir seyahat sonrası o farklı fikri Pansea plajında aldığı villada bulur: Aman.
Sonradan büyük bir zincir ve havalı, ikonik bir otel markası durumuna gelecek Aman’ın felsefesi o zamanlar ortaya çıkar:
Büyük ve geniş alanlar. Bağırmayan bir lüks anlayışı. Gelen misafirin kendini özel ve huzurlu hissedeceği, unutamayacağı bir deneyim yaşayacağı ortam...
Alabildiğine yalın ve doğanın önüne geçmeyen bir tasarım...
Zecha’nın Phuket’teki ilk Aman’ı, yani Amanpuri açıldığında kimseler bu geniş alanlı otel fikrinin uzun vadeli olacağına inanıp Zecha’ya yatırım yapmaz. Ama tam aksi olur. Zecha’nın Aman’ı yavaş yavaş büyümeye başlar.
Sankritçe’de “barış ve huzur” anlamına anlamına gelen Aman’ın şu an 20 ülkede 31 oteli mevcut. Hatta öyle ki Aman tarzını sevenlerin ve tatillerini sadece Aman’larda geçiren insanların oluşturduğu bir “AmanJunkies” grubu bile var.

HERKES KAPANDI SANIYORDU

Geçen hafta Aman zincirinin Türkiye üzerindeki tek şubesini ziyaret ettim:
Bodrum’daki Amanruya’yı.
Demir Evleri’nin bulunduğu koya konuşlanan Amanruya aslında 2012’de kapılarını açmıştı. Ama geçen yaz kapılarını bir sezonluk kapattığı için herkes burayı tamamen kapandı sandı. Bu yaz ise Amanruya yeniden atağa geçmiş durumda.
36 villadan oluşan Amanruya’nın mimarı Emine-Mehmet Öğün çifti öyle doğaya saygılı (tek bir ağacı bile yerinden sökmemişler) bir yer yapmışlar ki, insan Amanruya’nın içinden çıkıp Bodrum’un kaosuna karışmak istemiyor bile.
Öte yandan Ege yerel mimarisi ve Osmanlı mimarlık birikiminin şık bir karışımı Amanruya.
Bu yüzden tasarımı özgün ve sahici.
Ayrıca her şey arazinin doğal, jeolojik, topoğrafik verileri göz önüne alarak yapılmış.
Kullanılan her bir taş o araziye ait, her birinin ayrı bir nedeni/hikayesi var.

PEKİ ZECHA’YA  NE OLDU?

Aman’ların kurucusu/yaratıcısı Adrian Zecha, bir süre önce Aman’ı Rus iş insanı Vladislav Doronin’e sattı.
Bu değişiklik beraberinde Aman’da yeni bir açılımı da beraberinde getirdi. Mesela Aman’lar artık büyük şehirlere de giriyor.
Önce Tokyo’ya bir otel açtılar. Şimdi ise New York Manhattan’ın göbeğindeki Crown Building’i hayli pahalı bir rezidans/otele dönüştürüyorlar.
Açılış 2020’de.
Peki Zecha ne yapıyor?
Sıfırdan yeni bir marka yarattı: Azeria.
Yakın zamanda ilk otelini Vietnam’a açan Azeria, ilhamını bizim için çok tanıdık olan bir şeyden alıyor: Kervansaraylar.
Zecha, yabancıların “caravanserai” diye bildiği kervansaraylardaki gibi “büyük bir han” yaratmış Azeria markasıyla.
Ama felsefesi yine Aman’ın tarzına çok yakın.

Haberin Devamı

Mabel’in postmodern folklor stili

Mabel Matiz’in çok şarkılı, uzun bir romanı andıran yeni albümü Maya’yı üç gündür aralıksız dinliyorum.
Üzerine yazacak çizecek çok derin kuyular/tüneller var.
Ama ondan önce Mabel’in bu yeni albümle beraber üzerine giydiği/takındığı yeni görsel tutum da (imaj demeye dilim varmadı) bahsedilmeyi hak ediyor.
Mesela bu fotoğraftaki imajda Mabel’in üzerine giydiği ceket ilhamını Biga yakınlarındaki Pomak köyünde kadınların giydiği yöresel kıyafetten almış.
Kruvaze ceket ve samuray pantolon Emre Erdemoğlu tasarımıymış.

Atina yeniden  doğuyor, ya İstanbul

Boynundaki fular ise Türkiye Folklor Derneği’nden alınmış.
Bir başka görselinde Mabel’i bu kez kırmızı Adidas eşofmanı, Kapalıçarşı’dan alınma etnik desenli fesi ve ayağına giydiği kalın dokuma folklor çorabıyla görüyoruz.
Mabel’in bu yeni imajı bana Mehmet Gürs’ün Yeni Anadolu Mutfağı manifestosunu anımsattı.
O manifestonun özü şudur:
Buranın malzemeleriyle iş yap, buranın özüne/derinine in, ama herhangi bir kalıba bağlı kalma. Özgür ve özgün ol.
Sanırım Mabel de bu yeni albüm ve bu yeni görsel tutumuyla benzer bir yolculuğa çıktı. Umarım bu yolculuğu, tıpkı Gürs’ün yurtdışı başarısında olduğu gibi, şık sonuçlara yol açar.

Haberin Devamı

Atina yeniden  doğuyor, ya İstanbul

Yazarın Tüm Yazıları