Aradığınız numaraya ulaşılamıyor

Günün en civcivli saatlerinde, yani öğleden sonra, tam sekiz saat kadar bir arkadaşımıza cebinden ulaşamadık.

Haberin Devamı

Önce “şarjı bitmiştir” dedik, sonra da “cebini çaldırdı herhalde”.

Yine de bir merak, bir telaş; herkes birbirini aramaya başladı, “Ben de hâlâ ulaşamadım, merak ediyorum” diye. Ve haliyle teoriler gırla gitti.

Hepsi de karamsar: “Yoksa başına bir şey mi geldi?”

Bir ara işi gücü bıraktık, dedektifliğe bile soyunduk! Telefonu kapanmadan önce en son kiminle buluşmuş/konuşmuş, araştır babam araştır...

Hani resmen kafayı yemek üzereyiz.

Nezaketli endişeyi çoktan aşmışız.

Arkadaşımıza “ulaşamadık” ya, aslında sinir oluyoruz içten içe...

Derken, bir an geldi telefonu açıldı, Tanrım çalmaya başladı!

Herkes aynı soruyu sordu ona tabii: “Nerdesin yahu sen?”

O da bize kızdı, “Biraz cebimi kapatmak istedim, kimseyle konuşmak canım istemiyordu, ne var bunda?” diye.

“Ulaşılmak” istememişti işte, bu kadar basit.

Basit de, anlayamadık ilk önce. “Nasıl yani?” deyip kalakaldık.

Fark ettim ki, “ulaşılamama” konforumuz artık kalmamış.

Cepten ulaşamayınca hemen kurmaya başlıyoruz.

Karşı tarafın başına bir şey geldiğini zannediyoruz. Sinirleniyoruz. Saçmalıyoruz.

Oysa gerçekten insanın bünyesi o an zır zır çalan bir telefonu kaldırmayabilir.

Bir süre telefonunu kapatabilir.

Ama hayır, kabullenemiyoruz bu durumu bir türlü.

Bir de telefonu ısrarla çaldıranlar vardır ki, onlar ayrı bir kategori.

Belli ki meşgulüm ya da o an hakikaten canım tek kelime etmek istemiyor; niye yüz kere çaldırıyorsun ki...

Diyelim ki açtın telefonu, dayanamadın artık bin kere çalmış olmasına, bu kez karşı tarafa şunu desen de nafile: “Ya şu an müsait değilim.”

Asla bu mazeretini dinlemez karşıdaki, “Kısa bir şey anlatıp hemen kapatıcam” der bir adet zıpçıktı olarak.

O yüzden “Canım kimseyle konuşmak istemedi” deyip telefonunu bir süre kapatan arkadaşımı şimdi daha iyi anladım.

Aslında haklı, kafasını dinlemiş oldu böylece!

Haberin Devamı

Moda haftasında neler olacak

Istanbul Fashion Week haftaya çarşamba başlıyor.

Geçen senesini, yani Istanbul Fashion Days versiyonunu hatırlıyorum.

İTÜ Taşkışla’nın avlusu kurtarılmış bölge gibiydi.

“Bunlar gerçekten Istanbul’da mı yaşıyor?” diye tarzlarına önce hayret sonra aşkla bakacağınız bir sürü genç insan bir defileden çıkıp diğerine koşturuyordu.

Bir sürü organizasyon aksaklığı vardı; ama ortam sıcaktı, samimiydi, üretkendi. Gel gör ki, çok “biz bize”ydi.

Biraz körler sağırlar birbirini ne de stil ağırlar şeklindeydi.

Arada, tam kış zamanı Santral Istanbul deneyimi yaşandı.

Hatırlarsınız Meg Ryan’lı, kıro kurdeleli filan...

Maalesef akıllarda bunlar kaldı. Yoksa bu kez organizasyon, defileler daha iyiydi.

İşte şimdi yeni bir IFW başlıyor.

Daha çok sayıda genç tasarımcının defilesi var bu kez programda. Bu kısmı iyi. Hep aynı, bildik isimlerin defileleri bir yere kadar çünkü...

Umarım yabancı basından da bu kez (çok ya da az değil) cidden etkili isimler gelebiliyordur.

Bu arada Bahar Korçan ve Özlem Süer defileleri ITÜ Taşkışla’da değil, iki farklı mekanda yapılacakmış.

Korçan’ınki Istanbul Radyo Evi’nde, Süer’inki ise Kızkulesi’nde.

Bunu da sevdim.

Şehrin farklı bölgelerine/mekanlarına defilelerin yayılması akıllıca.

Tıpkı Paris Fashion Week’te olduğu gibi, IFW defilelerinde bu durum yaygınlaşırsa eğer, önümüzdeki yıllarda bir defileden diğerine gitmek için herkesin daha çok koşturacağı, trafikte zaman harcayacağı kesin.

(NOT: Sultanahmet civarında da defile isteriz, Yerebatan’da mesela?)

Haberin Devamı

Bir Sezen hayranından mail

“Geçen günkü yazınızda Sezen Aksu hayranları arasındaki son durumu özetlemişsiniz. Ilk grubun, yani kraliçelerine toz kondurmayan grubun içinde olduğum için düşüncelerimi yazmak istedim.

Sezen’i artık her mimiğinin, elini kaldırıp indirmesinin bile ne anlama geleceğini ezbere bilecek kadar tanıyorum.

Bu son 2-3 yılda yazılıp çizilenler sadece kuru kalabalığı aldı götürdü Sezen’den.

Onlar da belki Sezen’i sevmişler, ama sezememişlerdir.

Her şerde bir hayır var misali, geriye o 36 yıllık yol arkadaşlığının asıl tanığı bizler kaldık ki, Sezen’e zaten asıl hayır ondan gelir.

Ve Sezen de farkındalığı yüksek biri. Bunun da farkındadır (...)

Bütün bu referandumlar, seçimler biter; Tayyip’ler, Kılıçdaroğlu’lar çekilirler ama onun şarkıları bu topraklarda yankılanmaya devam eder.

Bizlerden sonra da...

27 Ağustos’taki konseri heyecanla beklediğimiz ise son derece doğru.

Bütün yaz Sezen’siz kaldığımız yetmiyormuş gibi yine bir ağustos ayında rutin ‘Sezen asmaca’ haberlerinin ortasında kalakaldık.

Artık bize biraz ilgi ve şefkat gösterir umarım Sezen!” (Çiğdem U.)

Yazarın Tüm Yazıları