Altın gününe jigolo çağırmak!

Hayır, olay sandığınız gibi İstanbul’da filan geçmiyor.

Haberin Devamı

İstanbul dışındaki şehirlerden birinde yaşanıyor.
Ama ısrar etmeyin, şehrin adı yok. Zaten buna gerek de yok.
Önemli olan olayın içeriği, “neler oluyor hayatta” tadını fazlasıyla vermesi...
Ki ben hiçbir şeye şaşırmam.
Bu olayı o şehirde yaşayan arkadaşımdan dinlerken “Vay be!” oldum.
Sadede gelelim mi, evet gelelim!
Sülalesi hayli geniş, sülalesi hayli ünlü, evli ve zengin bir adam var.
Ve onun güzel bir metresi. Bir süre sonra aile içinde “metres” olayı patlak veriyor. Özetle deniliyor ki, “Kurtul bu kadından!”
Adam, metresiyle konuşuyor, “Bak” diyor, “Durum böyleyken böyle.”
Tamam diyor kadın, “Giderim, ama bir şartla!”
Adamın otellerinden birini istiyor kadın. Ve sonunda şehrin çok da gözde olmayan semtindeki otel onun oluyor.
Gel zaman git zaman ex-metres oteli güzelleştiriyor.
Otelin bulunduğu ücra semt giderek popülerleşiyor.
Ve ex-metres, şehrin önde gelen kadınlarının davetli olduğu “günler” yapmaya başlıyor otelinde.
Bildiğiniz altın günleri işte...
Sonra bir şeyi fark ediyor bu altın günlerinde.
Herkesin kocasından yana ne kadar mutsuz olduğunu...
Ve hayli radikal ve aynı zamanda ticari bir çözüm buluyor ex-metres!
Altın günlerine İstanbul’dan yakışıklı, genç jigololar getirmeye başlıyor!
Pek tabii anladınız: Kocasından mutsuz kadınlara servis etmek üzere.
Bu servis, pardon jigololu altın günleri müthiş rağbet görüyor.
İsteyen odaya çekilip gününü gün ediyor.
Ama tabii bir süre sonra otelin “adı” çıkıyor.
Altın günlerinin jigolosever röfleli müşterileri, pardon misafirleri, birer birer elini ayağını çekiyor bu şehvetli ortamdan.
Dedikodulara kurban gitmemek için.
Şimdilik durum buymuş yani, Anadolu tarzı bu Sex&The City olayında...

Haberin Devamı

Yalnızlık residence diyarında

Üç aşağı beş yukarı hepsi aynı.
Ana kapıda bir güvenlik görevlisi var. Seni karşılayan ya da misafirin geldiyse “Şu isimde biri geldi” diye mekanik bir sesle telefon edip haber veren...
Dairene kartla giriyorsun.
Soluna ya da sağına dön, hemen oracıkta seni bir ankastre mutfak karşılıyor. İstisnasız.
Pencereler tam açılmıyor. Bir nefes aralanabiliyor.
Mobilyaların da bu tek düze, tek tip hale uyum göstermiş halde.
Bir L koltuğun var, bir de dev plazman. O kadar.
Diğer odada ise sevişmek ve uyumak için bir adet dev yatak...
Sıkıldığın anda alt katta bir spor salonun var. Git, koştur.
Ya da yaz boyu belki de bir kere girdiğin yüzme havuzun duruyor bloklar ortasında. Git, yüz.
Nasıl olsa bu hizmetler sana yüklü bir aidat olarak geri dönüyor ayın sonunda.
Ve de en büyük lüksün, otoparkın.
Arabana atladığın gibi yalnızlık residence’ından kaçabilir, şehre karışabilirsin.
Malum, son yılların hızla artan en lüks yalnızlığı bu, bir oda bir salon residence yalnızlığı.
Sadece İstanbul değil, diğer büyük kentlerde de blok blok yükselen bir residence çılgınlığı hakim.
Bir güvenlik görevlisi bir ankastre mutfak yetiyor bazen, apartmanlıktan “yaşam tarzı değiştiren” residence olmaya geçişte.
Hatta eski apartmanların cepheleri değiştirilip azıcık cilalanıp bilmem ne residence’ı bile oluyor havalı bir şekilde.
Devir o devir yani.
Aslında devir, “yaşam paketi” devri.
Çünkü bu yeni evlerin hepsi “yeni bir yaşam” olarak pazarlanıyor.
Belki de doğru: Pek yakında üst kattaki bekar çocuğun evine kim gelmiş kim gitmiş diye merak eden o yıllanmış komşu teyze yok olacak.
Onun yerine bir tek maaşlı güvenlik görevlisi merak edecek kapalı kapılar ardında neler yaptığınızı...
Sonuç: Yeni bir yaşama değil, yeni tarz yalnızlığa (gayet) hoş geldiniz aslında.
Ve korkun; L koltuk gibi bir şey bu da, gayet bağımlılık yaratan türden...

Yazarın Tüm Yazıları