Naim Dilmener’in yazılarını mutlaka takip ederim. Üslubuna, tespitlerine bayılırım çünkü. Ama Günaydın’a verdiği son röportajda söylediklerine şaşırdım.
Olabilir, sevmeyebilir. Zaten sevmemesine değil, gösterdiği gerekçeye takıldım. Özetle şöyle demiş Dilmener: “Ajda Pekkan nasıl çerçeve değil resim arıyorum der? O yıllarca dış görünümüne, güzelliğine, yani çerçevesine önem vermiş biri. Böyle söylemesi inandırıcı değil. Serdar Ortaç, bu sözleri yazarak Ajda’yı kazıklamış.”
Pardon ama “Vitrinime değil, iklimime gelenlere” lafını ne çabuk unuttuk?
O şarkıda da Ajda vitrinine, yani dış görünüşüne önem verenlere değil, içini görenlere önem verdiğini söylemiyor muydu?
Yani “çerçeve/resim”le aynı mantık. Peki “vitrin/iklim”i kim yazmıştı? Sezen Aksu.
O zaman Sezen de iki yaz önce Ajda’yı kazıklamış oluyor! Tıpkı Serdar Ortaç gibi.
Böyle mantık olur mu? Ya da böyle eleştiri?
Hani Dilmener şarkının sound’u hakkında bir şey söylese, “Tipik Serdar Ortaç şarkısı, yakışmamış Ajda’ya” dese anlarım.
Lakin bu gerekçe olmamış Naim Abi, sırıtmış.
“EKLEMEDEN OLMAZ” NOTU: Aynı röportajda Dilmener’in, “Şimdi albüm yapsalar çok satar” dediği iki isme (Erkin Koray ve Alpay) yönelik umudunu da ben inandırıcı bulmadım.
Türk tasarımcılar neden kazıkçı
Bugün tesadüf, “kazık”tan gidiyoruz... Malum (ya da değil) hafta sonu Bebek’te şenlik vardı. Bebek Parkı’na standlar kuruldu, Türk tasarımcılar da ürünlerini burada teşhir etti/sattı, ayrıca Lucca’da partiler yapıldı. Gidenler çok eğlenmiş, öyle anlatıyorlar.
Gidenlerden biri (moda yazan bir arkadaşım) partiyi değil, Türk tasarımcılardan birinin standında yaşadığı olayı anlattı.
Saten bir ceket beğenmiş tasarımcının standında.
Demiş ki arkadaşım, “Etiketi yok, ne kadar bu?”.
Görevli kız, “Galiba 650’ydi, ama bir tasarımcı hanıma sorayım” demiş.
O telefonda konuşurken arkadaşım “Herhalde bir yanlışlık var” diye düşünmüş içinden. Hani bu cekete 650 fazla! Oysa tamamen yanılıyormuş işte!
Telefonda “tasarımcıyla” konuşan görevli kız fiyatı düzeltmiş hemen: “Pardon, 1500’müş!” şoke olmuş tabii arkadaşım.
Şoke olmakta şu yüzden haklı: Türk tasarımcılar Bebek şenliği gibi, Galatamoda gibi yerlerde stand açıp ürünlerini satıyorlarsa, amaçları aslında kendi butiklerinden dışarı çıkıp başka bir profile daha normal fiyatlarla ulaşmak olmalı. Eğer dertleri bu değilse bir zahmet butiklerinde otursunlar. Sokaklara inmesinler!
NOT: Arkadaşım sonradan öğrenmiş ki; Eda Taşpınar ve benzeri birkaç isim diğer standlarda daha yüksek fiyatlara alışveriş yaptı diye meğer herkes anında zam yapmış ürünlerine! Nasıl olsa bizden de alırlar diye! Of yani, bu ucuz mantıkla bir yere varamaz bizim modacılar....
Bu da oldu
Takip eden bilir, bu köşede okurun da mekanlarla ilgili şikayetlerine zaman zaman yer veriyorum.
Çünkü artık kimse “saf” değil.
Gittiği mekandaki yemeğin iyi olup olmadığını, hesabın abartılı gelip gelmediğini ya da dekorasyonun yakışıp yakışmadığını az çok görebiliyor, eleştirebiliyor.
Daha önce bu tür çok okur mektubu yayınladım.
Fishmekan’daki balığın kokmuş balık olduğunu söyleyen okurun mailini de, House Cafe’deki salata tabağının kenarında salyangoz dolaştığını görüp tiksinen okurun mailini de...
Şimdiye kadar hem okurun eleştirdiği hem de benim eleştirdiğim mekan yazılarından sonra, o mekan sahipleri kalkıp ne bir tehditte bulunmuş ne de kötü bir söz söylemişlerdi.
Yalakalık da yapmadılar. Ta ki düne kadar...
Geçenlerde bir mekandan (yukarda ismi geçenler değil) bir mail geldi. Blogumda yayınladığım bir okur mailine kızıp sonu kibar bir tehditle biten bir mail yollamışlar (yöneticilere de forward’layarak filan). şaşırdım gerçekten.
Çünkü ne okurun ne de benim kimseyle özel derdimiz var, bunu anlayamamışlar.
Biz hep beraber (şimdi bunu da anlamazlar, okurlar ayrı ben ayrı yani) geziyoruz, tozuyoruz, eleştiriyoruz, olumlu ya da olumsuz.