Rap’çi Uzi, Mustafa Sandal’dan önce çıkacağını öğrenince heyheylenip şöyle tepki veriyor:
“Benim önüme Mustafa Sandal’ı çıkaramazsın. Hele hatır gönülle aman adam yaşlı vs. diyerek asla çıkaramazsın. Sene 2023, kimin ne kadar dinlendiği ortada.”
Sandal da bu gayet “hırt” yanıta 90’lar efendiliğinde ama yine egolu bir yanıt veriyor: “150 adet hit olmuş eserin olduğunda, Avrupa’da ödüller aldığında ve 30 yıl sonra da onbinlerce kişi seni alkışladığında tekrar konuşuruz... Bu arada beni konser öncesi arasaydın, benden sonra çıkmana müsaade eder destek olurdum.”
Bunun üzerine rap’çi Uzi azıcık yan çizip şöyle yazıyor: “Sen de beni arayıp buradaki gibi samimi bir dille en son sahneye çıkmak istediğini söyleseydin, ben de geçmişindeki başarılarına saygı duyarak senden önce çıkabilirdim Mustafa Abi.”
Bu lokal ego atışması bir kez daha şunu gösterdi:
∆ Her ikisi de Coachella, Primavera, Sziget, Glastonbury ya da benzeri global festivallerin yan sahnelerinden birinde kazara aynı anda sahne almayı becerse, “Önce miyim sonra mıyım? Sen kaç yaşındasın, ben kaç yaşındayım?”, “Ben kaç dinlendim, sen kaç ödül aldın?” türü abukluklar yapmazlardı. Zaten yapsalar da kimse anlam veremez, ilgilenmezdi de...
∆ Bu bir bakıma şuna benziyor: Restoranda istediği masa olmadığında ya da garson iki saniye bakmadığında çıldıran, menüdeki yemeğin orasını burasını değiştirtip o şekilde servis edilmesi için türlü şımarıklıklar yapanların, yurtdışındaki bir restorana gidince tüm kurallara uyması ve hatta kapıdaki kuyrukta sıra bekleyip bunu bir de ballandırarak anlatmalarına benziyor.
Nihayetinde saat 20.00 civarı Carlita kabine geçtiğinde ortam bir anda hareketlendi ve adım atacak yer kalmadı.
DJ Carlita ya da asıl ismiyle Carla’yı tanıdığımda 24 yaşındaydı ve dünyanın en önemli organizasyonlarında çalıyordu. Şimdi 27 yaşında ve hâlâ öyle.
Pek az kişi biliyor, ama Carla aslında İstanbul doğumlu.
Türk bir baba ve İtalyan bir annenin kızı.
Üç yaşında ailesinin yönlendirmesiyle piyano çalmaya başlıyor. Sekiz yaşında ise çello.
Sonra Londra’da Royal Academy of Music’e giriyor.
Üniversite için Amerika’ya gittiğinde ise DJ’liğe ilgi duymaya başlıyor.
Meşhur Burning Man festivalinde de performans sergileyen Carla, “Burning Man’de çalmak aslında kolay” diyor, “Zor olan oradaki iyi kamplara davet edilip çalmak. Mesela ben ‘Mayan Warrior’da çaldım ve bunun inanılmaz katkılarını gördüm.”
Hemen girişte Refik Anadol’un video işleri beni karşılıyor.
Doğanın ortasına kondurulmuş dev ekranlarda dönüp duran videoların içinde kaybolmak farklı bir his.
Galerinin yukarıdaki alanlarında ise Wim Delvoye, Mehmet & Kazım, Serkan Sarıyer, Yuşa Yalçıntaş ve Daniel Knorr’un ayrı ayrı kişisel sergileri mevcut.
Ben en çok Serkan Sarıer’in işlerini ve Yuşa Alçıntaş’ın “çocukluk büstlerini” beğendim.
MİSK VE ŞİŞKO PERİHAN
Sonuç?
∆ Kimin kaçıncı sırada Threads’e girdiğini belirten rozet işi akıllıca bir pazarlama taktiği olmuş.
Mesela ben 27 milyon 397 bin 700’üncü olarak girmişim aplikasyona.
Üstelik ilk gün indirmiştim. Allah’ım, çok geç kalmışım!
Ne yapacağım şimdi?
Elbette dalga geçiyorum. Ama bu rozet işi o kadar önemsendi ki, “Her zamanki gibi çok hızlıyım” diyerek paylaşıldı bazı fenomenler tarafından.
1400’üncü sırada aplikasyona girmekle övünen biri vardı mesela!
Mısır Çarşısı’ndaki Pandeli de ayrı bir klasik. Pandeli’yi geçmişine sahip çıkarak yenilediler ve şimdi hem lokallerin hem de turistlerin tarihi yarımadadaki favori öğle yemeği restoranı. İKSV Binası içindeki Firuze ve Monkey de kendi tarzlarında yola devam ediyor. Bugün onlarla yeni heyecanlarını konuşacağız. The Marmara Taksim Oteli’nin üst katında açtıkları Okra ve daha önce hiç kullanılmamış bir alan olan, şehri 360 derece gören manzarasıyla Upperist’i...
∆ Yeni mekânlarınız Okra ve Upperist’in birer insan olduğunu düşünün. Karakterleri nasıl olurdu?
- Okra mutlu, güvenilir ve heyecanlı biri! Gayretli, yaşamayı seven, sürprizlerle dolu, sanata düşkün, keşfetmeyi seven, İstanbul’a tutkulu. Farklı bir ülkede rahatça yaşayabilecek kültürel birikime sahip bir dünya insanı, ama o İstanbul’u tercih etmiş. Upperist ise olduğu gibi. Nasıl görünüyorsa öyle biri. Öncelikle yalın ve içten. Doğal, hayatı dolu dolu ve nasıl istiyorsa öyle yaşayan, büyüleyici, ilham veren, eğlenceli ve kendine hayran bırakan sahici biri. Ve tabii o da İstanbul’a âşık...
∆ Okra’nın mutfağı nasıl? Gelenleri nasıl bir menü karşılayacak?
- Okra’nın menüsünün kalbi açık ateş. Bu bizi çok heyecanlandırıyor. Executive şeflerimiz Hüseyin Ceylan ve Mert Yalçıner’in çalışmaları sonucunda ateşte pişirme; farklı aromalar ve mevsimsel ürün zenginliğini de kullanarak yemeği lezzetli ve en yalın haliyle sunan özgün bir mutfak haline geldi. Okra’nın menüsünü ise “çağdaş Akdeniz mutfağı” olarak tanımlıyoruz.
360 DERECELİK İSTANBUL MANZARASI
∆
Önce herkes bu samimiyeti yeni bir aşk olarak yorumladı.
Çünkü bir kadınla bir erkeğin bu kadar yakın olması ancak ilişki çerçevesinde mümkün bu topraklarda.
Zihinlerdeki model bu.
Daha sonra ise videoda görünen ve “emeği geçenlerden biri olan” Bora Akkaş, Cavadzade’nin göğsüne para sıkıştırdığı anların yayınlanmasından rahatsız oldu ve bir açıklama yaptı.
Bu görüntülerden dolayı hamile eşinden özür dilediği bir açıklama...
Kim haklı, kim haksız ya da bir haklı veya haksız var mı diye düşündüm.
İşte düşünce raporum:
İspanyol’u, Yunan’ı, Fransız’ı, İsviçrelisi...
Ahşap aydınlatmalarıyla nam salmış Finlandiya markası Secto Design’ın davetlisiyiz.
Grupta global distribütörler, mimarlar ve medya var.
Dışarıda hava 25 derece. Kuzeyde serin bir hava beklerken İstanbul’dan daha sıcak bir havayla karşılaşmak şaşırtıcı.
Otobüsle gittiğimiz yer ise Sectomo, yani Secto Design’ın üretim merkezi.
Bu tür gezilere alışığım, o yüzden beklentimi minimum düzeyde tutuyorum.
Ama üretim merkezine girince şaşırıyorum.
Şundan dolayı:
Hatta o zaman şöyle yazmışım: “Bir gün Bangkok’un göbeğindeki havalı bir restoranda sıcak pideye tereyağı ve bal sürüp yiyeceksin deseler inanmazdım.”
Sadece bu kadarla kalmamış, Fatih’in o gün hazırladığı 16 tabaklık tadım menüsünün tamamında Türk mutfağı esintileri görünce şaşırmıştım.
O menüde Fatih’in annesine ithaf ettiği ama farklı bir şekilde yorumladığı mantı da vardı.
Çocukluğunda gittiği pazarların anısına yaptığı domatesli, salçalı, dondurulmuş keçi peynirli salata da...
Sonra Türkiye’ye geldi Fatih. Kendi restoranını açacağını, üstelik bu restoranı bir plazanın alt katına konumlandıracağını söylediğinde (yine) şaşırmıştım. Şu iki açıdan:
- Yurtdışında çalışmış göçebe bir şef bir anda yerleşik düzene geçebilir miydi?
- Dahası, Bomonti’nin ortasında iddialı bir şef restoranı tutar mıydı?
Malum, hepimizin DNA’sına işlemiş bir şüphecilik, üstüne iki doz garanticilik, beş doz da karşı tarafın hayaline tam olarak inanmama, güvenmeme hali var.