Meğer Nişantaşı’ndaki The Sofa Otel’in içinde bir kitabevi varmış, adı Patika (asıl merkezi Reasürans Çarşısı içinde).
Aslında buraya kitabevi demek yanlış olur, çünkü görünümü daha çok bir kütüphane.
Dolayısıyla Barnes&Noble usulü, bir kitabı rahatça karıştırma özgürlüğünüz var.
The Sofa’daki Patika’nın asıl "olayı" ise limitli sayıda basılmış bazı özel kitaplar.
İşte onlardan biri, tüm dünyada 350 adet basılan ve Patika’da 152. kopyası olan "Voyages Pittoresque de Constantinapole".
Yazarı 1800’lerde yaşamış bir Fransız, Melling.
Kitapta yazarın gözünden Osmanlı’nın son dönemindeki günlük yaşantı anlatılıyor, şahane gravürler eşliğinde...
Kitabın boyutları sehpa büyüklüğünde ve bir karton kutu içinde saklanıyor. Rafta bu şekilde teşhir ediliyor. Çünkü sayfaları ve o çizimler çok ama çok değerli.
İşte bu kitap tam 12 bin dolar... Alan var mı? Patika’nın sahibi Müslüm Uzun’un söylediğine göre, "Evet". Sağolsun Müslüm Bey, hazine gibi korunaklı kitabı benim için paketinden çıkardı ve böylece 12 bin dolarlık sayfalara dokunabildim.
Merak etmeyin kirlenmedi! Ajda kadar sık olmasa bile, sürekli ellerimi yıkarım yani.
Almak isteyene gönül rahatlığıyla tavsiye ederim (tertemiz) 152. kopyayı.
Apo’nun yeri, Leyla
Umar suiti ve Art 8
The Sofa Otel demişken, burayı evi belleyenler de var. Mesela yapımcı Abdullah Oğuz.
Aylardır burada kalıyormuş ve Sofa’yı çok benimsemiş.
Bu arada Sofa’nın en üst katındaki suitin adı "Leyla Umar suiti"ymiş.
Umar’a da bu yakışırdı zaten, en tepedeki bir otel suitine adını vermek...
Leyla Umar suitinin yakınlarında ise eylülde kapılarını açmaya hazırlanan bir modern sanat galerisi mevcut: Art 8. Kısacası Sofa, enteresan bir butik otel olma yolunda.
Yine de bana zaman zaman o eski "simit dünyası" günlerimi anımsatıyor. "Nasıl yani"mi?
Şöyle ki: The Sofa’nın olduğu bina eskiden Sabah Gazetesi’ne aitti. Ve o zamanlar (yıl 2001) gazetenin Etibank krizi dönemiydi. Maaşlar taksit taksit yatardı.
E, Nişantaşı da pahalıydı. Dolayısıyla iki seçeneğimiz vardı: Ya simit yiyip karın gurultusunu geçiştirmek ya da Bodrum Büfe’ye gitmek. Zor günlerdi nitekim...
En teknolojik
konser
Hande Yener’in çarşamba gecesi Sortie’deki konserinde sahnede sadece gitar ve perküsyon vardı. Esas ağırlık Erdem Kınay’ın keyboard’uyla ve arkadaki iki Apple bilgisayardaydı. Bu ikisi sayesinde tam da albümdekinin tıpkısı bir sound dinledik.
Nitekim bir ara sanki CD’yi dinliyoruz zannettim.
Bu arada HY’nin Ege Çubukçu’yla beraber yaptığı düet çok iyiydi.
Merve Hasman ise gece boyunca sahneyi ve mekánda eğlenen insanları fotoğrafladı. Belli ki bu işe iyice ısındı.
Çat diye çatlamak
üzereyim
Hakkımda "çok gezip tozuyor" diyen (kader) utansın. Bakınız, Vatan’ın en matrak yazarı Tuğçe Baran hep hayalimdeki şeyi yaptı: Vizesiz, pasaportsuz AB’ye girdi!
Tamam gittiği yer yakın, bir Yunan Adası (Simi). Ama olsun, kuralları deldi ya, yakın olması mühim mi?
Öpücüklere boğuyorum kendisini buradan ve ihbar ediyorum hemen yetkili mercilere (malum, çat diye çatlamak üzereyim): Yunanlılar uyanın, aranızda dolaşan vizesiz Türkler var.