Paylaş
Üstelik gayet yerinde tespitleri de var.
Komedi filmlerinden para kazanmayı hedefleyen yapımcılar, 30 yıldır Doğu ve Güneydoğu’yu görmezden geliyor.
Yaklaşık 30 yıldır devam eden terör sürecinde üretilen Türk filmi sayısı 1.750 kadar.
Oysa bu soruna parmak basan film sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.
Gelin konuyu enine boyuna araştıran Nizam Eren’e kulak verelim.
Bu dönemi ilk konu alan Reis Çelik’in yönettiği 1996 yapımı “Işıklar Sönmesin” filmi oldu. Yaralı terör örgütü üyesi ile bir Türk subayının ilişkisinin anlatıldığı film, dönemin en çok izlenen filmlerindendi.
2000 yapımı Osman Sınav’ın “Deli Yürek” adlı filmi ise Doğu ve Güneydoğu’daki terörü körükleyen dış güçlere dikkat çekiyordu.
Bu konuda en çarpıcı ve terörle yüzleşmemizi sağlayanı Levent Semerci’in 2009 yapımı “Nefes” filmi oldu. Sınıra yakın bir tugaydaki askerlerin gözünden anlatılan film, 2,5 yılda tamamlanabilmiş ve ‘uyursan ölürsün’ repliği ile belleklere kazınmıştı. Konuya objektif yaklaşımıyla da dikkat çekiyordu.
Bunlar dışında kıyısından köşesinden teröre gönderme yapan filmlerde var elbette.
Mahsun Kırmızıgül’ün yönettiği “Güneşi Gördüm”, 90’lı yıllarda köyleri boşaltılan bir ailenin önce İstanbul, sonra yurtdışına göçü ve zamanla parçalanmasını işliyordu.
Uğur Yücel’in yönettiği “Yazı Tura”, askerden dönen ve psikolojisi altüst olan bir gazi ile depremde duyma yetisini kaybeden arkadaşının hikayesiydi.
Altın Portakal ödüllü “Büyük Adam Küçük Aşk” filmi ise, ailesinin tüm fertlerini çatışmalarda kaybetmiş ve tek kelime Türkçe bilmeyen Kürt kızının emekli hakime uzun süre misafir olması ve aralarındaki ilişkiyi anlatıyordu.
“İki Dil Bir Bavul”, Türk öğretmenin, uzak bir Kürt köyündeki bir yılıydı. Öğretmen Kürtçe bilmez, çocuklar Türkçe. Dertlere parmak basan ama bunu yaparken her haliyle gayet pozitif olabilen bir filmdi.
Yine Reis Çelik’in yönettiği “Mülteci”, devlet baskısı ile köyünü terk edip Almanya’ya iltica eden bir aşiret reisinin oğlunun hikayesini anlatmıştı.
Devlet politikaları, terör ve sonuçlarını ele alan filmlerin sayısı bu kadar az işte.
Türk sinemasındaki bu kayıtsızlığın, görmezden gelmenin önümüzdeki günlerde ortadan kalkması dileğiyle.
Bu filmde...
1939 yılında “Jesse James” filminin çekimleri sırasında bir at tepeden atlamaya zorlanmış ve hayatını kaybetmişti.
İşte o günden sonra Hollywood’da çok şey değişti.
Film yapımcıları çaresiz kalmıştı, aldıkları eleştirilere dayanamadılar ve American Humane Association’a başvurarak setlerindeki hayvanların insanca muamele görmesini sağlamalarını istediler.
O günden beri Hollywood filmlerinin sonunda American Humane Association imzalı ‘Bu filmde hiçbir hayvana zarar verilmemiştir.’ yazısını okuyoruz.
Bizde ise hâlâ setlerdeki hayvan ölümleri manşet olmakta.
Rengi tutsun diye boyanan dobermanın ölmesini mi saysam, dönem filmleri çekimlerinde telef olan onlarca atı mı?
Bu haberler hayvanlar kadar, filmlerine kara leke sürülen yapımcılara da zarar veriyor tabii.
Şimdi setlerde insan hakları korunuyor mu ki hayvanlarla uğraşıyorsun diyecekler çıkacaktır?
Unutmayın, biri diğerinin alternatifi değil.
Bu iki hak arayışı paralel yürüyebilir, hatta birbirini desteklerler de.
İşte bu nedenle başkanı olduğum HAÇİKO (Hayvanları Çaresizlik ve İlgisizlikten Koruma Derneği) ve Zeynep Özbatur’un başkanlığındaki SEYAP (Sinema Eseri Yapımcıları Meslek Birliği) ile ortak bir çalışma başlattı.
Artık film setleri HAÇİKO denetiminde olacak. Prosedürleri, Zeynep Özbatur, HAÇİKO yönetim kurulu üyeleri sinema yazarı Ali Ulvi Uyanık ve Avcılar Veterinerlik Fakültesi’nden Prof. Dr. Kemal Altunatmaz ile birlikte belirliyoruz.
Veterinerlerimiz ve gönüllülerimiz hem yapımcıların hem de ağzı dili olmayan hayvanların haklarını korumak, onlara hayatı kolaylaştırmak için orada olacaklar.
Böylece aynı zamanda hayvanlarla aynı sahnelerde rol alacak olan oyuncuların güvenliğini de sağlamış olacak.
Bu girişimin gerek AB sürecine, gerekse de yabancı festivallerde boy gösteren, uluslararası dağıtıma giren filmlerimizin algısında olumlu katkı sağlayacağına şüphe yok.
SEYAP ve HAÇİKO Türk filmlerinin sonunda “Bu filmde hiçbir hayvana zarar verilmemiştir” cümlesiyle yer alacak sertifikasını gururla sunacak.
Kadının uyanışı
Bu hafta hangi filmi tavsiye edersin diye soranlara “Elena” diyorum.
Kadının fendinin erkeği yeneceğini gösterdiği için belki de.
Güçsüz kılınanın uyanışını perdeye yansıttığı için.
“Elena”, “Dönüş” ile dikkatleri üzerine çektikten sonra filmleri merakla beklenir hale gelen genç Rus yönetmen Andrei Zvyagintsev’in imzasını taşıyor. Filmin ana karakteri evde ikinci sınıf muamelesi gören bir kadın.
Zengin ve güçlü koca hakimiyeti canına tak ettiğinde izleyicileri şok edecek o davranışı yapmaktan kaçınmıyor.
Kadınların mağduriyetini, geçen hafta vizyona giren başarılı ve ödüllü Türk filmi “Geriye Kalan”ın yönetmeni Çiğdem Vitrinel bir röportajında şu cümlelerle açıklamıştı:
“İstatistiklere göre dünya gelirinin yüzde 90’ı, üretim araçlarının yüzde 99’u erkeklerine elinde ve kadınların gündelik harcadıkları emeğin yüzde 87’si karşılıksız emek içinde tanımlanıyor.”
İşte çalış, evde çalış ama bu eşitsizliklerden dolayı erkeğin eline bak!
Yazık gerçekten de.
Emeğinin karşılığını alamadığı gibi bir de sürekli aşağılanan kadının uyanışını izlemek şok edici ama bir o kadar da keyifli.
“Elena”yı kaçırmayın derim.
Paylaş