Paylaş
İnsanlar, hayranı olsalar da olmasalar da ünlü birini görür görmez, kimi zaman izin alarak, kimi zaman ise sormadan, fütursuzca fotoğraf çektirmeye çalışıyor.
Adamcağız ya da kadıncağız birinin telefonuna arka plan olmak ister mi, kıyafeti uygun mu, yüzü gözü şiş mi, uykusunu alabilmiş mi, objektife bakarken gülümseyecek hali var mı yok mu, hiç önemli değil.
Eldeki telefon sanki insanların ünlülerle fotoğraf çektirme bileti.
Buldukları yerde affetmiyorlar.
Bu cumartesi “Cinemania”da Engin Altan Düzyatan röportajı var. Altan’ın anlattıklarından da durumun vahametini anlayabilirsiniz:
“Fotoğraf çektirebilir miyiz diye gelmelerini anlıyorum da ben yürürken birilerinin sormadan yanımda dikilip, karşımızdakinin de sormadan fotoğrafı çekmesine hayret ediyorum. Artık durum öyle bir hâl aldı ki, yürürken yanıma gelip durmama bile fırsat vermeden fotoğrafımı çekiyorlar. O zaman işte ‘Bir dakika, bana telefonla yaklaşmayın’ demek istiyorsunuz.”
Teknolojinin sohbeti, bir sıcak merhabayı da öldürdüğünü söylüyor Altan.
“Bana merhaba diyecekleri süreçte fotoğrafımı çekmeyi tercih ediyorlar. Oysa beni dijital olarak her yerde bulabilirsin. Karşılaşmışız, bir merhaba desene! İki sohbet edelim, gideyim, daha faydalı” diyor.
Diyor da kimin umurunda, o da ayrı mesele.
Cep telefonundaki Altan fotoğrafı, sıcak bir merhabadan daha havalı geliyor belli ki.
Teknoloji sosyal ilişkileri öldürüyor diye boşuna demiyorlar.
Bu arada şunu da not düşeyim ki haberiniz olsun; Obama, Oprah Winfrey, Beyonce ve Tom Cruise’un da video paylaşmak için yanlarından ayırmadıkları Flip MinoHD el kamerası, Türkiye’ye gelmiş.
Ünlüler bir telefon kadar küçük olan ama klip bile çekilen bu marifetli kameraların çıkmasıyla sadece fotoğraflarının değil, kliplerinin de çekilmesine hazır olsunlar.
Her an birileri el kadar Flip MinoHD’si ile çaktırmadan sizi çekiyor olabilir.
Nietzsche atın boynuna böyle sarılmış!
2-17 Nisan günleri arasında düzenlenecek 30. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde “Torino Atı” diye bir film var.
Bela Tarr ve Agnes Hranitzky imzalı film, Alman düşünür Friedrich Nietzsche’nin 1889’da, kırbaçlanan bir atı boynuna sarılarak kurtarma çabasıyla başlıyor.
Ne müthiş bir davranış, öyle değil mi? Ama bu çabası ünlü filozofu ölene dek yatağa bağlıyor, dilsiz bırakıyor ve çaresi bulunmayan bir akıl hastalığına sürüklüyor.
Filmin kahramanı Nietzsche değil, çiftçi sahibine ayak uydurmaya çalışan yaşlı at. “Torino Atı”, konusunu okur okumaz beni etkilemeyi başardı; festivalde en merak ettiğim filmlerden.
Boşanmak üzere olan ve çocuklarının velayeti üzerinde anlaşmazlığa düşen bir çiftin öyküsünün anlatıldığı Asghar Farhadi imzalı “Bir Ayrılık”, evli bir çiftin hayatını dört mevsimle anlatan Mike Leigh filmi “Ömrümüzden Bir Sene”, kadının toplumdaki yeri üzerine bir komedi olan François Ozon imzalı “Kadın İsterse”, İskandinav insanının yalnızlığını anlatan, En İyi Yabancı Film dalında Altın Küre ve Oscar alan, Susanne Bier imzalı “Daha İyi Bir Dünyada” ve İstanbullu oldu diyebileceğimiz Monica Bellucci’nin de rol aldığı Larysa Kondracki imzalı “Muhbir”, 30’uncu yılını kutlayan festivaldeki diğer favorilerim.
Bunlar ilk tavsiyeler tabii, İstanbul Film Festivali yaklaştıkça filmleri yazmaya ve konuşmaya devam edeceğiz.
3 boyutlu derbi
Sinemada önce 3 boyutlu filmler izlemeye başladık. “Avatar”la zevkin doruklarına ulaştık.
Sadece filmler değil, konserler de vardı tabii.
U2 ve Jonas Brothers konserleri, solist ve orkestra üyelerini elle uzanıp tutma mesafesine getirdiği için müthiş bir deneyim olmuştu.
Ve şimdi de 3 boyutlu maç yayını.
Türkiye’de bir ilk gerçekleşti ve Galatasaray-Fenerbahçe derbisi 3 boyutlu olarak ekranlara geldi.
Ben 3 boyutlu maçı Digitürk’ün Cinebonus Kanyon’daki davetinde, sinema koltuğunda izledim.
Yayın için stada bir örümcek kamera ve 41 kamera yerleştirmişler.
3 boyutlu maç izlemek enfes bir deneyim, özellikle de yakın çekimlerde.
Her şey o kadar yakın ve gerçek ki, sahaya rakı şişesi atıldığında gözlerimin büyüdüğünü hissettim.
Futbolcular nefes nefese koşarken göğüs kafeslerinin hareketini bile gördüm.
Bu müthiş seyirle birlikte heyecan, kalp çarpıntısı ve deja vu yaşadım o gece.
Bunlar yıllar önce ilk renkli televizyon yayınında hissettiklerimle aynıydı sanırım.
Teknoloji ne kadar da değişken, yenilenen ve çabuk tüketen bir şey.
3 boyutlu seyir yıllar sonra elbette ki sıradanlaşacak.
Ve ben, 3 boyutlu maça eşlik eden heyecanım bir başka yeniliğe transfer olduğunda, Kanyon’daki o geceyi hatırlayıp, bir başka deja vu yaşayacağım...
Paylaş