Bu yılki Oscar aday adayımız "Takva" filmi oldu. Öncelikle yolu açık olsun diyelim.
Ve biraz düşünelim.
Yurtdışından bakıldığında Fas, Malezya modeli bir görünüm çizmeye başlayıp başlamadığımızın tartışıldığı bu dönemde tarikat mensubu birinin hikayesini anlatan ve içinde, hakkını yemeyelim, muhteşem zikir töreni sahneleri barındıran bir filmin yurtdışında bizi temsil etmesi ne kadar doğru acaba?
Evet, "Takva" suya sabuna dokunmadan durum tespiti yapıyor, din, tarikat konusuna gerçekten objektif, önyargısız ve incelikli bir bakış açısıyla yaklaşıyor.
Evet, filmde anlatılanlar Türkiye’de yaşanıyor. Evet, filmler ülkelerin imajlarını toparlamak zorunda değil. Evet, şu sıralar böyle konuları ele alan filmler prim yapıyor, ilgi çekiyor. Ve evet, her şeyden öte, "Takva" iyi çekilmiş, iyi oynanmış bir film. Yeni sinemacılar yine döktürmüşler.
Ama ne kadar iyi olsa da, Türkiye’nin benim ve benim gibilerin görmek, göstermek istemediği bir yüzünü ortaya koyan bir filmin Oscar’da bizi temsil etme ihtimali beni biraz tedirgin ediyor.
Yurtdışına her çıktığımda yabancıların "Siz Türk olamazsınız", "Türkiye’de başı açık gezebiliyor musunuz" tarzı sorularına maruz kalmaktan bıkmış biri olarak, itiraf ediyorum işte. Bencilce davranıyorum belki. Ama Oscar’a "Takva" değil, "Beynelmilel" gitse kendimi çok daha iyi hissedeceğim kesin.
Jude Law, Hamlet’i oynayacak
Jude Law’la bundan beş ay kadar önce Cannes’da karşılaşmıştık. Hayalindeki rolü sorduğumda bir Shakespeare karakterini oynamak istediğini söylemişti. O zamanlar Hamlet’i oynayacağını biliyor muydu acaba diye düşünmeden edemiyorum şimdi.
Öğrendiğime göre yakışıklı oyuncu, kış sezonunda Londra’da Wyndham’s Tiyatrosu’nda Hamlet olarak sahneye çıkacakmış.
Hamlet rolünü almak bir oyuncu için hem büyük bir meydan okuma hem de büyük de bir gurur kaynağı. Öyle her baba yiğidin altından kalkacağı bir şey değil.
Biraz araştırdım. Daha önce Daniel Day-Lewis ve David Warner gibi isimler Hamlet’e can vermiş. Ve bolca da eleştiri almışlar. Popüler kültürün adamı olarak görülen Jude Law’ın performansı, çok iyi de olsa eleştirmenlerin oklarının hedefi olacaktır mutlaka. "Üreten sanatçı üretemeyen eleştirmen olur" cümlesini, bir genelleme olduğu için çok sevmem aslında.
Ama ne yalan söyleyeyim. Buraya uygun düştü.
İçinden müzik geçen filmler
Geçen yıllarda eylüle denk gelen Antalya Altın Portakal Film Festivali bu yıl 19-28 Ekim tarihleri arasında düzenleniyor.
Aynı tarihlerde İstanbul’da sinemaseverler Beyoğlu Emek Sineması’nda yapılacak Filmekimi’nde yedi gün boyunca filme doyacaklar.
Antalya’da ve Filmekimi’ndeki filmler içinde, bir yerinden müzik geçenler tabii ki benim favorilerim. Daha önce Sex Pistols ve Glastonbury müzik festivali üzerine belgeseller çeken Julien Temple, "Joe Strummer: The Future is Unwritten"da, The Clash grubunun genç yaşta ölen solisti Joe Strummer’ın hayatını anlatıyor. Filmde rol alanlar arasında Bono, Jim Jarmusch, Johnny Depp, John Cusack ve Steve Buscemi de var.
Rock dünyasının ünlü fotoğraf sanatçısı Anton Corbijn’in yönettiği, Cannes’da Altın Kamera Özel Mansiyon Ödülü alan "Control", Joy Division grubunun genç yaşta intihar eden solisti Ian Curtis üzerine. Filmin adı Joy Division’ın ünlü parçası "She’s Lost Control"dan geliyor. Hem sinema hem de müzikle ilgilenenler bu iki filmi görmeli.