Recep İvedik’i sevmiyorum, çünkü...

Recep İvedik’i izlerken iki şeye fena halde gıcık olduğumu fark ettim.

Bunlardan biri şahan Gökbakar’ın Türk sinemasının yüz akı olan Nuri Bilge Ceylan’ı baz alarak yaptığı espriydi.
Espri demeye bin şahit lazım aslında, düpedüz dalga geçiyor.
Korsan tezgahından 3 Maymun’u satın alan Recep İvedik, Nuri Bilge Ceylan’ın ödüllü filmi Uzak’ı izlerken adamın yürüdüğü sahnede televizyonun başından ayrılmış, elektriği suyu yatırmış gelmiş, adam hâlâ yürüyormuş!!!
Hadi buyurun buradan yakın.
Sinemadan ekmeğini yiyen biri sinemanın en büyük ustalarından birinin filmiyle böyle dalga geçmez.
Gerçi bildiğim Nuri Bilge her zamanki büyüklük, hoşgörü ve inceliğiyle buna gülüp geçecektir ama ben bir sinema yazarı olarak alındığımı söyleyeyim.
Recep İvedik 3’ün bir başka gıcık ötesi sahnesi ise açılışı.
Bu sahnelerde kameranın odak noktası altın gününde dans eden kilolu ve yaşlı kadınların sallanan göğüsleri.
Kadın vücudu gençken cinsellik, yaşlıyken de komedi malzemesi olmaktan kurtulamıyor ne yazık ki.
Çoluk çocuğun gideceği böyle bir filmde yaşlı kadınların bu şekilde kullanılması hoş mu şimdi?
“Salla salla gül memeler çağlasın” diyen Sezen Aksu parçasından ne kadar rahatsız oluyorsam, bu sahnede de o kadar kötü hissettim kendimi.
Gazetelerin ilk sayfalarına yarı çıplak kadın fotoğraflarının konulmasını eleştirenler bence dönsün bir de bunlara baksınlar.
Hepsi aynı kapıya çıkıyor sonuçta; genç ya da yaşlı, kadın vücudunun ucuzlatılmasına ve kötüye kullanılmasına...

Recep İvedik’i seviyorum, çünkü...

Recep İvedik’i neden sevdiğimi anladım.
Hani şu Twitter’da herkesin sevdiği, tuttuğu insanlara söylediği ‘can’dır muhabbeti var ya.
Tam da onun için galiba.
Recep ıvedik ne kadar kaba saba olsa da candır, dosttur, insandır.
şehirli gibi değildir belki, Anadolu insanı gibidir.
şehirli, modern görünümlü ama maganda özlü tiplere benzemez, etrafta güzel bir kız görmek için gözleri fıldır fıldır dönmez, her gördüğüne yiyecek gibi bakmaz.
Hoşuna gitmeyenlere ve haksızlıklara karşı kaba saba olsa da, duygusal ve kırılgan bir hali vardır.
Tipine ve yaşadıklarına bakıp, “anam babam beni bu genlerle bu dünyaya niye getirdi” dediğinde, kaba komedinin orta yerinde insanı ağlayacak hale getirir.
Ve Recep, yolda gördüğü kediye, köpeğe tekme atanların ülkesinde evinde keçi besleyecek kadar da hayvan dostudur.
Başı üşümesin diye bere taktığı beyaz keçisi Behlül’le parkta gezdiği sahne benim unutulmazlarım arasına girmiştir.
Evet, Recep İvedik candır.

Erman Toroğlu’nu alkışlayacağım

Son derece faşizan bir tavırla ekranlardan uzaklaştırılan Erman Toroğlu’nun ağzı bozuk olabilir, ukala olabilir.
Buradan yola çıkıp televizyondaki varlığını tartışabilirsiniz.
Ki bence bu bile saçmadır, istemeyenin kanal değiştirme özgürlüğü her zaman vardır.
İsteyenler ise kendine has bir maç yorumlama tarzı olan bu spor adamını “şimdi ne diyecek acaba” diye izlemeye devem ederler. Ben bilinmeyenler ve sürprizlerle dolu yayınlara bayılırım mesela.
Futbol da öyle değil midir zaten, bilinmeyen ve sürprizlerle dolu.
Maraton’un geri gelmesini isterim o ayrı ama bugün Toroğlu’nu savunmamın nedeni başka.
Kendisi resmen bir şarkıya, hem de güzel bir şarkıya ilham vermiş.
Geçenlerde Türk pop müziğine yeni bir soluk getiren Soner Sarıkabadayı’nın (Kasaba, Buz, Açık Adres, Bu Böyle desem yeter herhalde) kendisinden öğrendim.
Soner bir gece Maraton’da Beşiktaş-Gençlerbirliği maçının yorumlarını izlerken Toroğlu’nun Gençlerbirliği teknik direktörüne hitaben söylediği “sen maç sırasında o oyuncu değişikliklerini yaparsan, maçtan sonra anlattığın her şey bana La Fontain’den masal gelir” cümlesine takılmış.
Sonra da oturup La Fontaine adlı şarkıyı yazmış.
Sadece spor değil müzik dünyasına da dolaylı yoldan işte böyle hizmet vermiş olan Erman Toroğlu’nun şansal Büyüka ile birlikte sunduğu Maraton bu gece Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği’nin 2009 Medya Oscar Ödülleri’nde Yılın Spor Programı ödülünü alacak.
Ben de orada olacağım ve Toroğlu eğer katılırsa bu gece Ankara’da düzenlenecek törende en coşkulu alkışı benden alacak.
Sezar’ın hakkı Sezar’a....

Cep telefonu olanlar okusun

Hafta sonu gazetelerinde okuduğum en şoke edici haber Pazar Postası’nda Dr. Mehmet Öz’ün yazısı oldu.
Hep konuşulurdu ama şimdi araştırmalar cep telefonuyla konuşmanın beyin tümörü riskini yüzde 30 artırdığını ispatlamış.
İş dedikodudan öteye gitmiş yani, ciddiye binmiş.
Ben Mehmet Öz’ün tavsiyelerine uyup kendime hemen bir kablolu kulaklık alacağım.
Mümkün olan ortamlarda telefonumun ‘hands free’ özelliğini kullanarak başıma dayamadan konuşacağım.
Telefonu cepte değil, çantada ve kılıfının içinde tutacağım.
Siz de öyle yapın.
Yazarın Tüm Yazıları