Bundan iki yıl önce Bilge’nin “Üç Maymun”u Oscar aday adayımız olmuştu. Ve Yabancı Dilde En İyi 9 Film arasına girmeyi başarmıştı. Bu da demek oluyor ki yapımcıların ve ekibin Oscar tecrübesi mevcut. “Oscar tecrübesi de ne demek” demeyin. Önemli. Her yerde olduğu gibi orada da lobi gerekiyor, doğru insanlara filmi izletmek, iyi ilişkiler kurmak, kısacası Oscar için çalışmak gerekiyor. Nuri Bilge ve filminin Cannes’daki başarısı bizim için büyük bir avantaj. Unutmayalım ki Amerika, her ne kadar parayı gişe filmlerinden kazansa da, Cannes, Venedik gibi köklü Avrupa festivallerini ve buralarda ciddiye alınan, derinliği olan filmleri fazlasıyla önemsiyor. “Bir Zamanlar Anadolu’da”, Cannes’dan sonra Oscar yolu açık bir film. Alıp gelsin de bizim de şu Oscar susuzluğumuz bir giderilsin artık. Ülkece şöyle bir rahatlayalım.
4 Ekim’den sesleniyoruz
Bugün, 4 Ekim Dünya Hayvanları Koruma Günü. Bize her gün 4 Ekim aslında ama bugünü herkesle birlikte yaşamakta fayda var. Bu özel günde, başkanı olduğum HAÇİKO (Hayvanları Çaresizlik ve İlgisizlikten Koruma Derneği) olarak söyleyeceklerimiz çok. Özetle... - Hayvanlara tecavüz ve işkenceyi Kabahatler Kanunu’nda tutan yasahalen yürürlükte. Hayvan-lara işkence yapan üç ku-ruş parayla kurtulabiliyor. Üstelik devlet bu işkenceden para kazanmış oluyor. Hayvanseverler arasında ‘Aferin Oğlum Yasası’ olarak bilinen bu yasanın değişmesi, hayvanlara işkencenin Kabahatler Kanunu’ndan çıkarılıp, Ceza Kanunu’na alınması gerekiyor. Başbakanımız-dan bize verdiği sözü tutmasının bekliyoruz. - HAYTAP ve HAÇİKO olarak Koza Yönetim’le birlikte yürüttüğümüz Sokak Köpekleri Fotoğraf yarışması sonuçlandı. Bu yarışmanın kazananlarının olduğu takvim, barınaklar yararına satışa sunulacak. Sergi ise bugünden itibaren Tekstilkent’teki Koza Plaza’da gezilebilir. - HAÇİKO olarak Migros ile ortak bir çalışma yapıyoruz. Bugünden itibaren dört gün boyunca Migros’lardan alacağınız her mamanın yarısı kadarını da Migros bizim aracılığımızla barınak ve ormandaki hayvanlara ulaştıracak. - Ve geleyim 300 kadar köpeğin zehirlendiği Bolluca’daki son duruma. Büyükşehir Belediyesi, Eyüp ve Fatih belediyeleri, AKUT, Kızılay ve özel veterinerlerle birlikte biz de bölgedeydik. Dernek arabamız HAÇİKO gönüllülerinden gelen yardımları beş gündür bölgeye ulaştırıyor. Aracımız dolup taşıyor ve biz yalnız olmadığımızı anlıyor, seviniyoruz. Bolluca’daki bu zehirlenme olayı ormanlardaki asıl sorunu da su yüzüne çıkarmış oldu aslında. Bölgedeki hayvanların çoğunda uyuz ve gençlik hastalığı var. Mamanın dışında acil veterinerlik hizmeti götürülmesi gerekiyor. Ve tabii Anavutköy Belediyesi ve Orman Bakanlığı’nın bir an önce uzlaşma sağlayıp bu hayvanlara etrafları çevrilebilecek bir arazi sağlaması gerek. Bu zehirlenme olayının en büyük sorumluları bence onlar çünkü. Bu hayvanlara aylardır bir yer bulamadılar. Zehri atan o kırılası ellerden söz etmiyorum bile. İlahi adalete inanırım. Cezalarını bulacaklardır, er ya da geç.
İşte benim hayatım!
Gözümü açtığımda yanımda annem vardı Ve beş kardeşim. Karnımızı doyuruyor, oynuyor, eğleniyorduk. Hayat güzel bir şeydi galiba. Sonra bir gün bazı adamlar geldi. Anneme yaklaştılar önce. Biz de korktuk kardeşlerimle, birbirimize sokulduk. Bir arabanın arkasına bindirdiler bizi. Gözlerimiz büyümüştü korkudan. Annem de saldırganlaşmıştı. Karanlık bir yerde indirildik. Atıldık daha doğrusu. Gaza basıp gittiler arkalarına bile bakmadan. Issızdı ve çok karanlık. Arada göz kamaştıran ışıkları olan bir şeyler geçiyordu gözümüzün önünden. Onların ölüm makineleri olduğunu daha sonra anlayacaktık. Kardeşlerimden birkaçı ilk bir hafta içinde gözümün önünde işte bu makinelerin altında kaldı. Can çekişerek öldüler. Yardım edecek kimsecikler yoktu etrafta çünkü. Annemle çaresiz onların ölümünü izledik. O günden sonra nefret ettim işte o ölüm makinelerinden. Kendimden ve bizden uzaklaştırmak için her gördüğümde üzerlerine saldırdım, kardeşlerimi ezen tekerleklerini parçalamak istedim. Annem sütten kesildiğinde ve biz yemek yiyemeyecek duruma geldiğimizde açlığı da tatmış oldum. Orman karanlık, ıssız, tehlikeli ve bomboştu. Yoldan uzaklaşıp orman içine, diğerlerinin yanına gittik. Arada sırada güler yüzlü insanların getirdikleri yiyeceklerle doyuruyorduk karnımızı. Sayıları azdı, ama iyi ki vardılar. Sonra bir gün bir başka adam geldi. Elinde yiyeceklerle. Önümüze boşalttı ve gitti. Acıkmıştık, saldırdık getirdiklerine. Biraz sonra gözlerimiz kararmaya, karnımıza kramplar girmeye başladı. Yere düştük, çamurların içine. İyi insanlar geldi yine, yardıma, sevmeye, okşamaya. Ama benim için çok geçti galiba. Gözlerimi açmakta zorlanıyordum artık. Bizi ormana, açlığa, sefalete atan o ilk adama ne yapmıştık? Peki ya zehirleyen o diğer adama? Kahreden bir ağrıyla kıvranıyor, üşüyor, titriyor ve nefes alamıyordum artık. Ölürken bile düşünüyordum, gerçekten de biz ne yapmıştık onlara?