“Aşkım baksana bana... Yat kalk hep beni düşün, aşkıııım...”
İlgi manyağı kadınların haykırışları daha güzel bir şekilde kelimelere dökülebilir miydi acaba? Nazan Öncel’in bu şarkısından sonra “aşkım” kelimesi bizim lügata iyice yerleşti zaten. Kelime sihirbazı Öncel’i yıllar boyu hep zevkle dinledim, her yaptığını takip etmeye çalıştım. Kliplerdeki çılgın, deli dolu, sempatik kadını da gördüm, konserlerdeki sakin, mütevazı, içe kapanık olanı da. Ama gün gelip de onun evine gideceğim ve kasabasından ev alacağım hiç aklıma gelmezdi doğrusu. Geçen gece Nazan Öncel’in evindeydik. Alt kattaki stüdyosuna indik, güzel bestelerini ve şarkı sözlerini dinledik. Arada hoş beş sohbet derken, laf evinin duvarlarındaki tablolardan açıldı. ‘Ucubeler’ adını verdiği bir dizi çalışması var Öncel’in. Tuhaf yüzler çizmeyi seviyor. Ve gayet ilginç, sıra dışı tablolara imza atıyor. Zaten Bienal’de bir sergi açması da istenmiş kendisinden. “Ne güzel olurdu” dedim. “Belki ileride” diye cevapladı. Kim bilir belki de yazmakta olduğu kitaba denk getirir bu sergiyi. Çünkü bu arada bir de kitap yazıyor. (Onu da merak etmiyor değilim tabii, bir an önce çıkarsa da okusak.) Nazan Öncel çocuk ruhlu bir kadın. Hayatla küçük oyunlar oynamayı seviyor. Biz tam kalkmaya hazırlanırken, elinde bir tabloyla geldi ve “Bu benim kasabam ve size buradan bir ev vermek istiyorum” dedi. Tabloda göl kenarında irili ufaklı evler çizili. Hepsi birbirinden güzel olunca seçmek kolay olmuyor tabii. Biz kendimize resmin ortasındaki sarı kubbeli kahverengi apartmanın çatı katını aldık. Tablonun arkasını çevirip, isimlerimizin yanına hangi evin bize ait olduğunu not düşmeyi de unutmadık tabii. O ev artık bizim. Kasabada, bizden önce Sezen Aksu, Özcan Deniz gibi müzisyenlerin yanı sıra yönetmenler de ev sahibi olmuşlar. Çağan Irmak hangi evi seçtiğini isminin yanındaki şu yazıyla belirtmiş: “Sarı çatılı ev benim, çaya beklerim.” Biz, Nazan Öncel’in kasabasında Çağan’la komşu olduk. Çayı demlesin, filmi koysun, geliyoruz.
Maçı verdik, şovu aldık
Beşiktaş-Manchester United maçının yapıldığı gün “kazanacağız” diye yazmıştım, olmadı, olamadı bir türlü. Ama Kara Kartallar sahada mağlup olsalar da gönlümüzün galibi. Beşiktaş, zorlu rakibi Manchester United karşısında iyi bir oyun sergiledi. Ayrıca tribünlerin şovu da görülmeye değerdi. Solumda babam, sağımda kızım, ellerimizi hep birlikte bir o yana bir bu yana, bir aşağı bir yukarı salladık, aynı anda zıpladık, hopladık, atkıları salladık, sahaya arkamızı döndük, yine zıpladık. Aynı şeyi karşı tribünler de yaptı ve şahane bir görsel şov oldu. Ve yenilmiş olsak da iyi oynayan takımımızı son ana kadar destekledik, küsmedik, terslemedik, yalnız bırakmadık. Maçları televizyondan izleyenler, mutlaka bir kez olsun ınönü’ye gidip, bu güzelliği yaşamalılar.
Hayalete veda etmek
O zamanlar, “sinemaya giderken yanınıza mendil almayı unutmayın” uyarısıyla vizyona giren “Babam ve Oğlum”lar, “Issız Adam”lar, “Beyaz Melek”ler yoktu. Henüz o kadar çok ağlamamıştık. Ama bir “Hayalet” geldi, tüm gözyaşlarımızı akıttı, bitirdi. Patrick Swayze ve Demi Moore’un başrollerinde olduğu “Hayalet” (Ghost), sevginin gücünü ve aşkın ölümsüzlüğünü anlatan fantastik bir aşk hikâyesiydi. Defalarca izlendi bu film ve unutulmaz sahneleri hafızalarımıza kazındı. Fonda “Unchained Melody” çalarken Molly’nin çamurdan çömlek yaptığı ve Sam’in, ona, dokunamasa da eksilmeyen varlığıyla eşlik ettiği sahnede ağlamayan kalmış mıdır acaba? “Patrick Swayze hayata gözlerini yumdu” haberini okuduğumda da bu sahne geldi aklıma. Patrick Swayze, pankreas kanseriydi, beş haftalık ömrü kaldı haberlerinin ardından 1,5 yıl daha yaşadı. Kim bilir belki de bunu, ona “en seksi erkek” unvanını da getiren atletik vücuduna ve hiç bitmeyen enerjisine borçluydu. Swayze artık aramızda değil ve içimde tuhaf bir burukluk, özlem var. Onun başrol oynadığı “ılk Dans, ılk Aşk” (Dirty Dancing, ki bu filmde She’s Like the Wind’i onun sesinden dinlemiştik), “Kırılma Noktası” (Point Break) ve “Hayalet” gibi filmler, en kısa zamanda televizyonlarda yeniden gösterilmeli. Patrick Swayze, aynı “Hayalet”teki gibi, hayatta olmasa bile her zaman bizimle, yanı başımızda olmalı.
Yarın 11 yeni film var
Sinema yazarlarının bu hafta işleri gerçekten de çok zordu. Her gün neredeyse iki film izlemek zorunda kaldık. Çünkü yarın 11 film birden vizyona giriyor. Yedisi yabancı, dördü yerli tam 11 film. Bundan sonraki haftalarda da 11 olmasa bile beş, altı yeni film vizyona merhaba diyecek; en az ikisi yerli olmak üzere... Bu yıl vizyona girecek 70 küsur Türk filmi ve sayısını bile bilmediğim yabancı filmin bir kısmı, üzülerek yazıyorum ki, yapımcıların ve dağıtım şirketlerinin elinde patlayacak. Büyük çoğunluğunun çıtasının düşük olacağını düşündüğüm bu kadar çok filmi bünyemizin kaldırmasına imkan yok.