Paylaş
Şehirde Türk sinemasının izlerini sürmek adına.
Pek çok Türk filminde olduğu gibi İstanbul’a girişi, umuda yolculuğun başladığı Haydarpaşa Garı’ndan yapıyoruz.
Ertesi gün Emirgan korusunda romantik sahnelere mekan olan yerlerde nostalji yaşıyoruz, sonra tarihi köşklere gidiyoruz.
Pek çok filmdeki çatışma sahnelerinin ve tabii ki Kara Murat’ın çekildiği Hisar’ı es geçmek olmaz.
Bir sonraki çekimde Erol Taş’ın kahvesinde, sinemamızın kahvehane çekimlerinin milli platosundayız.
Bir gün TÜRVAK’ta eski Türk filmi afişlerinin çekimini yapıyoruz. Beyoğlu’nda eski galaların izlerini sürüyor, Yeşilçam’ı hasretle anıyoruz.
Ediz Hun, Türkan Şoray, Kadir İnanır, Hülya Koçyiğit, Fatma Girik, Selda Alkor gibi unutulmazlarla sinema ve İstanbul üzerine sohbet ediyoruz.
“Senede Bir Gün” ile hüzünlenir, “Gurbet Kuşları” ile umut öyküsüne tanıklık eder, “Yalnızlar Rıhtımı”nda gezerken İstanbul’u tekrar seyre dalıyoruz.
Ve artık çalışmalarımızı size sunma vakti geldi.
Yola çıkış noktamız değerli yazar, araştırmacı, Türk sinemasının kara kutusu Agah Özgüç’ün “Türk Sinemasında İstanbul” adlı kitabıydı.
Ben belgeselin anlatıcılığını ve sunumunu üstlendim ama asıl yük başta dünyalar tatlısı yapım sorumlumuz Nazmiye Karadağ Şeralioğlu olmak üzere, kurgu yönetmeni Enis Küçükdoğan ve birer yönetmen gibi çalışan kameramanlarımız Aydın Kapancık, Ethem Tosun ve Serdar Sönmez’in üzerindeydi.
“Sinemada İstanbul!” belgeselinin ilk bölümü “Kadrajdaki Şehir”in yayını, 11 Temmuz’da 22.00’de İZ TV’de olacak.
Kaçıranlar ertesi sabah 09.45’te de izleyebilirler.
Oyuncu yönetmenlere alkış
İki günde iki film izledim.
İkisinin de yönetmen koltuğunda oyuncular var.
Ve filmler hiç de fena değiller. Demek ki oyuncuların bir süre sonra kamera arkasına geçme isteklerini desteklemek lazım.
Yarın vizyona girecek olan “Larry Crowne”un yönetmeni Tom Hanks.
Bu romantik dramada Tom Hanks başrolü Julia Roberts ile paylaşıyor.
İşini kaybettikten sonra hayata farklı yöntemlerle sarılmaya çalışan orta yaşlı eğitimsiz bir adamla, kaydolduğu halk üniversitesindeki öğretmen arasındaki ilişkiyi anlatan bu filmle ilgili daha geniş yazım hafta sonunda Hürriyet Keyif ekinde olacak.
Robert Redford’un yönettiği “The Conspirator” ise 2 Eylül’de vizyonda olacak.
Film, Abraham Lincoln suikastinin ardından açılan davada, suçlulara yataklık ve yardım ettiği öne sürülen bir kadının yargılanma sürecini anlatıyor.
Sloganı “başkanı bir kurşun öldürdü, ama bir adam değil” olan film tüyleri diken diken eden bir dram, müthiş bir adalet sorgulaması.
Davalar istendiği zaman yetkililer tarafından nasıl da hukuksuz bir şekilde manipule ediliyor, açıkça gözler önüne seriyor.
Flaşlı fotoğrafınız batsın
Kapibara, dünyanın yaşayan en büyük kemirgeni. Ana vatanı Güney Amerika.
Suya yakın geniş otlaklarda sürüler halinde yaşıyor.
Öyle şirin bir görüntüsü var ki, Disney, Pixar el atsa rahatlıkla yeni bir animasyon kahramanı olabilir.
Ve bir gün bir ‘kapibara’ doğal ortamından çalınarak, halkımız görsün, eksik kalmasın diye, Florya’da geçen hafta açılan akvaryumdaki hücresine getiriliyor.
İlk günden kaçmaya çalışıyor zavallı. Ve otursun oturduğu hapiste diye etrafı elektrikli tellerle çevriliyor.
Bu dünyalar tatlısı, zararsız, barışçıl, otçul memelinin kabusuyuz artık.
Neymiş, çoluk çocuk görsün, öğrensin, eğlensinmiş.
Çocuklarımıza ve halkımıza, tam tersine, canlılara işkence yapmamayı, hapsetmemeyi öğretsek daha iyi olmaz mı?
Ha unutmadan, İstanbul Akvaryumu’nun açılışındaki yoğun katılım bir günde 70 balığın ölümüne de yol açmış.
Ziyaretçiler balıklara dilek parası attılar ve yasak olmasına rağmen flaşla fotoğraflarını çektiler!
Etrafına çevrilen elektrikli tel zavallı ‘kapibara’yı insanlardan koruyor diye sevinecek hale gelmemiz nasıl da utanç verici!
Paylaş