Jennifer Lopez’in özür haberleri çıktığı gün, son filmi B Planı’nın (The Back-up Plan) basın gösterimi vardı.
Özür gelince (gerisi de, yani J.Lo da bir ara gelir herhalde), protestoyu kesip, gittik tabii. J.Lo filmde donör kullanarak hamile kalan ve hamile kaldığını öğrendiği gün hayatının aşkıyla tanışan bir kadını canlandırıyor. Sonrası bolca aşk, meşk ve hamilelik muhabbeti. İzleyenler bu vasat filmden sonra hamile kalmaktan da doğumdan nefret eder hale gelebilir; yok doğumdan sonra vajina mahvoluyormuş, yok çoluk çocuk ilişkiyi öldürüyormuş! Filmdeki yalnız anneler grubu “vay doğacak çocukların haline” dedirtiyor. Hele bir şişme havuzda doğum sahnesi var ki, tüm iğrençliğiyle dünya nüfusunun azalması için gayet etkili olabilir. İzle ve hamile kalmaktan, doğurmaktan vazgeç, o kadar yani! B Planı’ndan aklımda iki iyi hatıra kaldı. Biri arka ayakları tutmadığı için tekerleklere mahkum olan sevimli köpek. Sakat hayvanlara şefkat ve bakıma örnek olmak adına sevdim aslında ben bu filmi (J.Lo’yu dışarıda tutuyorum, çünkü kendisi PETA’nın ‘Ceset Giyen Ünlüler’ listesinde). Filmin bir diğer ve bence en çekici yanı ise J.Lo’ya eşlik eden ve mükemmel erkeği oynayan Avustralyalı yakışıklı Alex O’Loughlin. O’Loughlin, Jennifer Lopez’in kocası, ünlü şarkıcı Marc Anthony boşuna kıskançlıktan delirip, filmin setine sürpriz ziyaretlerde bulunmamış dedirtecek kadar hoş bir adam. İyi ki var, sıkıcı filme seyir zevki ve heyecan katıyor.
Hayvanlar için soyunurdum!
Ertuğrul Özkök, cumartesi günkü yazısında, bir ankette yer alan “20’li yaşlarda olsanız, neleri farklı yapardınız” sorusuna verilen yanıtları yazdı. Sonra da bunları çok klişe bulduğunu söyledi. Daha ilginçleri var mıdır diye düşündüm. Twitter’a sordum. “Sevgilimi değiştirirdim” diyen de oldu “3. köprünün ordan arsa alırdım” (Rehayrus) diyen de. Murat Akdilek, sinemacı gözüyle Kelebek Etkisi (Butterfly Effect) filminden yola çıkarak “hiçbir şey” dedi, “çünkü bir olayı değiştirirsen başka şeyler de değişiyor”... Peki ya ben? O yıllara dönsem neler değişirdi acaba? Üniversite yıllarımda olsam kesinlikle bir hayvan hakları derneği için olabilecek en çılgın şeyleri yapardım. Arkama bile bakmadan kuzey denizinde balina kurtarma operasyonlarına katılırdım. Kendimi zincirlerle bağlayıp, hayvan haklarına dikkat çekerdim. Hatta, biliyorum annem-babam bozulacak bu yazdıklarıma ama Taksim’in göbeğinde soyunup kendimi bir kafese kilitlerdim. Hayvanat bahçelerindeki hayvanların ne kadar savunmasız olduğunu daha iyi hissetmek ve hissettirmek için. Bunları hayvanların çektikleri acılara duyarlı, özgür ruhlu herkese tavsiye ediyorum. Kim bilir, kızım, ailem ve sorumlu hissettiğim herkes desteklerse, bakarsınız zincirlerle bağlanmış halde ya da yanda bir kafeste beni de görebilirsiniz.
Savaş yunuslar için yüzüyor
Keşke hepimiz, Savaş Karakaş gibi, o gerçekten çaba harcayanlardan olabilsek. Flipper’ı Kurtarmak adlı belgeseliyle tutsak gösteri yunusları sorununa dikkat çeken Savaş, her gün bir yenisi açılan yunus gösteri merkezlerini protesto etmek ve tutsak yunusların acılarına dikkat çekmek için bu pazar ıstanbul Boğazı’nda, 30 Ağustos’ta da Çanakkale Boğazı’nda yüzecek. Savaş Karakaş’ı konuyu gündemde tutmak için yaptıklarından ötürü destekliyor ve tüm kalbimle tebrik ediyorum.
Gece matinesi!
Okurlarımdan Hülya Okay uyardı; matine Fransızca’da ‘matin’den türemiş olup ‘sabah’ anlamına geliyor ve gündüz gösterimleri için kullanılıyor. Yani “gece matinesi” demek fena halde yanlış oluyor. Ama gel de bunu benim alışkanlıklarıma anlat. Her seferinde “hadi sinemaya, gece matinesine gidelim” cümlesi çıkıveriyor ağzımızdan. Ağzıma biber sürmenin zamanı geldi. Bakalım bundan sonra “gece matinesi” diyor muyum!