Mayalar uyarmıştı, felaketler birbirini izleyecek ve 2012’de dünyanın sonu gelecekti.
Felaketler gerçekleşmeye başladı bile. İlk felaket, 2012’den 3 yıl önce, Roland Emerich’in yönettiği 2012 filmiyle geldi. 2012, bekleneni veremeyen, 3 saatlik zaman kaybına neden olan felaket bir felaket filmi. Uyarmadı demeyin, şimdi yazacaklarım filmle ilgili bilgiler içeriyor, filme gitmediyseniz okumamayı tercih edebilirsiniz. Ama bence okusanız da bir şey fark etmez, yüksek bütçeli Hollywood felaket filmlerine alışıksanız bu ‘klişeler’i zaten kolaylıkla tahmin edeceksinizdir... Neler mi onlar? Her şey kötüye giderken düzelen aile bağlarını vurgulayan, boşanmayın, birleşin diyen bir senaryo. Bu dünyada parayı veren düdüğü çalar mantığının gözümüze sokulması. Onlar düdüğü çalarken mazlumun, fakirin elinden tutan iyi kalpli birileri olur yalanı. Batan gemiyi terk etmeyen kahraman Amerikan başkanı. Tehlikelerden ve ölümden son anda kurtulan, dokuz canlı kahramanlar. Ve tabii olmazsa olmayan, derinliği olmayan diyaloglar... Tüm bunları bir yana koyalım, 2012’yi izlenir kılan tek şey, doğal afetlerin perdeye yansıdığı, özel efektlerle süslü o şahane sahneler. O kadar saçmalığa sırf bunlar için katlanıyor insan. Bir şeyler anlatmaya çalışmayı bir kenara bırakıp, felaket görüntülerini arka arkaya perdeye getirseler çok daha güzel, kısa ve acısız olmaz mıydı?
Gezmeye bahane arayan varsa
Biz filmi beğenmedik “dünyanın sonunun ilk alameti” olarak dalgamızı bile geçtik ama 2012 saf Amerikalılar’ın uykularını kaçırmaya başlamış bile. “Dünyanın sonu yakın” diye bağıran filmden sonra NASA’nın telefonları susmuyormuş. Mecburen 2012’ye özel bir hat açmak zorunda kalmışlar. 2012’de dünyanın sonunun geleceğini bu filmden öğrenip intihara kalkışanlar ve kalan son üç yılı gönüllerince değerlendirmek için mallarını mülklerini satıp, harcamaya başlayanlar bile varmış. İntihar mantıksız tabii ama üç yıl derdi tasayı unutup, gezip tozmak fena fikir değil gibi. 2012’de baktık dünyanın sonu gelmiyor, elbet bir şekilde hayata, mücadeleye ve çalışmaya kaldığımız yerden devam ederiz.
Beyaz’ın köpeği, kedisi ve kuşu!
Dünkü Kelebek’te yazıyordu; Yonca Evcimik 10 köpek ve 1 kediyle yaşıyormuş. Ben internette fotoğraflara baktım baktım ama kediyi göremedim. Bir yerlerde saklanıyordur herhalde. Kedinin o anda ne yaptığını düşünürken yıllar önce Beyazıt Öztürk’ün yaşadıkları geldi aklıma. Beyazıt’ın o zamanlar bir kuşu, bir kedisi, bir de köpeği vardı. Kedinin ve kuşun isimlerini hatırlamıyorum bile, varlıkları uzun süreli olmadı çünkü. Bir süre sonra geriye sadece köpeği ‘Kızım’ kaldı. Kedi, Beyazıt’ın ve Kızım’ın evde olmadığı bir anda kafesi devirerek kuşu yedi. ‘Kızım’ kedinin koltuğun altından çıkmasına izin vermiyordu. Beyazıt dayanamayıp, zavallı kediyi daha fazla işkence çekmesin diye arkadaşına vermek zorunda kaldı. Kısacası doğal seleksiyon gerçekleşti, kedi kuşu yedi, köpek kediyi kovdu ve geriye sadece köpek kaldı. Kedi ve köpeklerin iyi anlaştığı evler vardır mutlaka, Yonca’nınki de bunlardan biridir belki. Ama ben 10 köpeğin olduğu evde o kedi nerede ve nasıl yaşıyor merak ettim doğrusu!