Paylaş
Çiftin huzuru, çocuklarının babasının hayatlarına girmesiyle bir anda bozuluyor.
Başrollerde, buradaki rolüyle Altın Küre alan ve Oscar’a aday olan Annette Bening ile Julianne Moore resmen döktürmüşler.
Film, muhafazakâr kesimi ayağa kaldırmış durumda.
Nedeni “İki Kadın Bir Erkek”in eşcinsel lobiye selam durması, eşcinselliğe övgü yağdırması.
Aslında film, kahramanları sıra dışı olsa da sıradan bir konuya sahip.
Nic ve Jules’un ilişkilerindeki fırtınalar, heteroseküel ilişkilerdekilerden çok da farklı değil.
Orta yaş krizi, büyüyen çocukların evi terk edecek olması, yalnız kalacak olmanın getirdiği travma gibi evlilik tehditlerini birer birer izliyoruz.
Film, temelinde eskimiş olan evlilikteki aldatmayı konu alıyor ve dinamiklerini onun üzerine kuruyor.
Kaçamağın getirdiği klasik sonuçlardan olan duygusal azalmalar, gelgitler, suçluluk duygusu, öfke gibi şeylerin hepsi var bu filmde.
Uzun lafın kısası, “İki Kadın Bir Erkek” aslında tipik bir aile filmi.
İşte filme tüm itirazlar da aslında bu noktada geliyor.
Yönetmen Lisa Cholodenko, ailenin cinsiyetini olmadığını, kadın kadına evlilikte yaşanan sorunlar üzerinden anlatırken, bazı kesimleri de öfkelendirdi.
Dünya eşcinsel haklarını tartışırken gelen böyle bir film muhafazakâr kesimin hem odak hem de öfke merkezi olmayı başarıyor.
Ve tabii bir de hayatlarından son derece memnun çocuklar meselesi var.
Filmin orijinal adından da (The Kids are All Right’ı ‘çocukların keyfi yerinde’ diye çevirebiliriz) anlaşılan bu dayatma, eşcinsel evliliklerin çocuklarının sorunları olmadığının, hatta okul hayatında çok da başarılı olduklarının altını kalın kalemle çizerken, muhafazakâr kesimi daha da öfkelendiriyor.
Bu konuyu bir kenara bırakıp, “İki Kadın Bir Erkek”e film olarak bakacak olursak, övgüyü hak ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
“İki Kadın Bir Erkek”, beraberinde getirdiği tüm tartışmalara rağmen, başarıyla yazılmış diyalogları ve muhteşem oyunculuklarıyla yılın en ses getiren bağımsız filmlerinden.
İncir Reçeli’nden Romeo Juliet’e
Bugün filmlerden gidiyorum.
Biraz geç de olsa, özürlerimi de sunarak, Aytaç Ağırlar’ın yazıp yönettiği “İncir Reçeli”nden bahsetmek isterim.
Aynı dönemde vizyona girdiği filmlerin reklam için harcadıkları paraya çekilen, tanıtım konusunda yetersiz kalsa da, dört yapraklı yoncayı yakalayıp salona giren izleyiciyi memnun eden bir film.
Gerçekçi bir aşk hikayesi, iyi performanslar ve sıkı şarkılar dinlemek isteyenlere, “İncir Reçeli”ni arayıp, bulun, kaçırmayın, izleyin diyorum.
Başroldeki Halil Sezai Paracıkoğlu, gerek oyunculuğu, gerekse de filmde seslendirdiği “Duman” şarkısıyla adından çok söz ettirmişti.
Halil Sezai’nin canlı performansını dinlemek isteyenlere de bir iyilik yapayım.
Halil Sezai, çok değil, 30 Mart Çarşamba akşamı “Romeo Juliet” sahnesinde olacak.
Bu şarkılara anlam katan sesi dinlemeniz, duyguları allak bullak eden besteleri ve derin, sıra dışı sözleri duymanız lazım.
Kaçırılmayacak bir konser olabilir, benden söylemesi...
Kıbrıs sorununa derin bakış
Kıbrıs sorunu denince çoğunun aklına gelen ilk tarih, Türk askerinin adaya girdiği 1974 olur.
Ama Ada’da sorunlar çok daha eskilere dayanıyor.
Türk sinemasını soğuk durduğu konulardan biri olan Kıbrıs sorununa hakkıyla yaklaşan ilk film diyebileceğim “Gölgeler ve Suret-ler”i izlemeniz lazım.
Kıbrıslı Türk yönetmen Derviş Zaim, 1960’ların Kıbrıs’ını perdeye getiriyor ve Kıbrıs-Rum sinemasının Altın Çağ olarak nitelendirdiği, adadaki ilişkilerde bir sorun olmadığı iddia edilen yıllarda durumun hiç de öyle olmadığını gösteriyor.
1974’den önce de adada sorunlar olduğunu, gölge oyunu ustası babasından ayrı düşen bir kızın yaşadığı dönüşüm hikayesiyle anlatıyor.
Türkler, 1963 yılında başlayan çatışmalardan olumsuz etkileniyorlar.
Denge bozulup, araya kötülük tohumları girince trajedi kaçınılmaz oluyor.
Birileri “Türklere güven olmaz” derken, diğerleri “Rumlara güven olmaz” diyerek karşılarında duruyor.
Nifak tohumları atılmış oluyor.
Ezber bozan bir film Gölgeler ve Suretler.
İyi de bir film.
Tavsiye ederim.
Paylaş