Emre Şahin’in 40’ı

Bu hafta vizyona giren “40”, benim de jüri üyeleri arasında bulunduğum Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yönetmeni Emre Şahin’e Behlül Dal Genç Yetenek Ödülü kazandırmıştı.

Haberin Devamı

Hatta biraz içeriden bilgi olacak ama birkaç büyük ödülün de yanına hayli yaklaşmıştı.
Emre Şahin, ünlü gazeteci Haluk Şahin’in oğlu. Ama özelliği bununla sınırlı değil tabii.
Amerika’da eğitim gören Emre Şahin, görüntü yönetmenliğinden kurguya, asistanlıktan yönetmenliğe kadar bir film için gereken tüm aşamalarda bulunmuş, pek çok belgesele imza atmış ve ilk kısa filmi “Çanta” ile pek çok ödül kazanmış deneyimli bir sinemacı.
“40”, hem maddi hem de duygusal boyutta sorunları olan üç karakterin para dolu bir çantanın peşinde koşma hikayesi üzerine kurulu.
Sıra dışı ve hızlı kurgusu, yakın kamera çekimleri, ilginç karakterleri ve içerdiği kara mizahla farklı ve özellikli bir film.
İstanbul’un dolambaçlı sokaklarında geçen nefes nefese bir kovalamaca.
Yaz sıcağında nitelikli bir Türk filmi izlemek isteyenlere tavsiye ederim.
Başroldeki Ali Atay da döktürmüş ayrıca, söylemeden geçmemeyim.

Haberin Devamı

Ayşe Arman’ın izinden

İletişim Yayınları, Gary L. Francione imzalı “Hayvan Haklarına Giriş, Çocuğunuz mu Köpeğiniz mi?” adlı kitabı yollamış.
Zevkle okuyorum.
Diyor ki; hayvanlara karşı yapılan haksızlıkların benzerleri tarih boyunca eşcinsellere, kadınlara, kölelere, beyaz olmayanlara karşı da yapıldı.
Hayvanlara, sahip olduğumuz, üzerlerinde hak iddia edebileceğimiz birer mal gözüyle baktığımız sürece yerimizde sayıyoruz.
Onların neler hissettikleri, acıları umurumuzda bile olmuyor.
Oysa yetişkin bir at ya da köpek ussal kapasitesi ya da iletişim yetileri konusunda bir aylık bebekten daha gelişmiş durumda.
Kaldı ki öyle olmadığını farz edelim.
Bunun ne önemi olurdu ki?
Asıl soru akıl yürütebiliyorlar mı ya da konuşabiliyorlar mı değil acı çekebiliyorlar mı sorusu olmalı.
Ve biliyoruz ki hayvanlar da aynı bizim gibi acı çekiyor.
En büyük işkenceyi çekenler de etleri için üretilen çiftlik hayvanları.
Dünyada her gün yaklaşık 23 milyon hayvan kesiliyor.
Saatte 950 binin üzerinde.
Dakikada 16 bin.
Saniyede 260’tan fazla.
Siz bunu okurken kaç hayvanın öldürüldüğünü hesaplayın artık.
Milyonlarca çiftlik hayvanına yaşattığımız eziyet, acı, ıstırap ve ölüm için vejetaryen olamıyorsanız, en azından et tüketimini azaltabilirsiniz.
Zaten sağlıklı yaşamak için et ve sebze oranı 1’e 8 olmalı deniyor.
Bizim alabileceğimiz bu kişisel önlemlere devlet de bir şeyler katmalı ama.
Ayşe Arman’ın mezbaha izlenimlerini aktardığı o müthiş yazısından sonra bir şeyler değişir diye düşünmüştüm.
Tarım Bakanı Mehmet Mehdi Eker, yılbaşı sonrasında kesimlerin şoklama yöntemiyle yapılacağının sözünü vermişti.
Şahika Ertan adlı okurum bu sözün peşini bırakmamış.
Ama aldığı yanıt hayal kırıcı.
Donanım yetersizliği nedeniyle eski usul işkenceye devam ediliyormuş. Yani hayvanlar birbirlerinin ölümünü izleyerek ve kanlar içinde kesime yatırılıyor.
Bu hayvanların öncesinde, kıpırdayacak yerleri bile olmadığı bölmelerde aylarca beside tutulduğunu da unutmayalım tabii.
Yediğimiz etlerin çoğunun arkasında işkence var.
Tamamen bırakamıyorsak da azaltmak en iyi çözüm.
Sayın Eker’den gelecek insancıl kesim müjdesini de beklemeye devam ediyoruz tabii.

Haberin Devamı

Bir Aynur yazısı

Hoşgörü, büyüklük, sükunet, anlayış tek taraftan beklenince olmuyor, olamıyor.
Teröre lanet adına tek bir kelime etmeyen, hassas günde empati adına tek bir Türkçe şarkı söylemeyen Aynur Doğan’a üçüncü Kürtçe şarkısını söylemeye başladığında tepki gösterenlere konser sonrasında basında, sosyal medyada ya da dost sohbetlerinde gösterilen tepkiye de ben tepki gösteriyorum.
Çünkü tırmanan teröre karşı asıl ses çıkarması gereken Kürt asıllı sanatçıların üç maymunu oynamalarına dayanamıyorum.
Aynur da susanlardan biriydi o akşam.
13 şehit cenazesi kalkmışken, yüreklere ve evlere kor düşmüşken kardeşlik, dostluk, barış ve empati adına bir de Türkçe şarkı söyleyeyim, teröre lanet okuyan bir kaç laf edeyim diyemez miydi?
Kürt kökenli sanatçıların en büyük eksiği olarak gördüğüm ‘sessizlik duvarı’nı sözleriyle, şarkılarıyla yıkamaz mıydı?
İşte o zaman yuhalanmaz, alkış alırdı.
Kürtçe’nin terörün dili olmadığını zaten hepimiz biliyoruz.
Öyle olmasa Aynur’un ilk iki Kürtçe şarkısına alkış gelmezdi izleyiciden.
Sadece bekledikleri empatiyi göremeyince dayanamamışlar.
Haklı tepkileri şimdi aleyhlerine döndü.

Yazarın Tüm Yazıları