Eğrisi doğrusuyla dadı gerçeği

Maşallah zengin topraklarda yaşıyoruz, her filme uygun gündem anında oluşuveriyor.

Dünyanın en disiplinli ama işini en iyi yapan dadısını izlediğimiz “Nanny McPhee 2” filmi vizyondayken çeşitli vesilelerle dadı sorunsalı ortaya atıldı bile.
Olayı gündeme getiren, Sibel Arna’nın yazısı.
Tamam Sibel ağır laflar etmiş (“keşke benim çocuklarım da burada olsaydı” diyen dadısına kızacağına, iyi bir anne olduğu için saygı duysaydı), ama dadılık müessesesi konusunda haklı olduğu noktalar da yok değil.
Dadılık belki de en önemli ama ülkemizde en kötü yapılan ve yaptırılan meslek.
İzin günleriyle, işin yüküyle bir çeşit modern kölelik olması bence mesleğin en büyük sorunu. Hele doğu bloğu ülkelerinden, çocuklarından ve eşlerinden koparak gelen kadınlar var ki, onların durumu iyice içler acısı. Üç kuruş için yurdundan, evladından ayrı bırakılan, yıllar boyu başkasının evinde uyumaya zorlanan bu insanlara alenen köle muamelesi yapılıyor.
Oysa dadılık da, bakıcılık da hakkı hukuku olması gereken meslekler.
İşin tanımındaki sorunlar kadar işçilerde de sorun var ama.
Dadılık denen meslek önemli ve tam konsantrasyon gerektiriyor.
Ortada küçük bir çocuk, ailenin gözbebeği varken, o iş görev başında kaytarma ve üçkağıt kabul etmez. Diğer yanda ise kaytarmayan dadı dört yapraklı yonca gibidir, ancak şansın varsa karşına çıkar, normalde ise çok zor bulunur.
Kızım Tayga henüz 3 aylıkken iş hayatına dönmüş bir anne olarak sayısını bile hatırlamadığım dadılardan çektiklerim buradan oraya yol olur herhalde.
Sütlacın tadına önce kendisi bakıp, aynı kaşığı Tayga’nın ağzına sokanını da gördüm, Tayga hıçkıra hıçkıra ağlarken, gürültü yaptığı için küfür edip televizyon izlemeye devam edenini de (bu bir gizli kamera kaydıydı, dadı o gün gönderildi tabii).
En son nokta Tayga bütün gün uyusun diye biberon dolusu içirilen rezene çayı, mamaya katılan uyku ilacı ve eve alınan erkek arkadaştı.
Sonrası annemin evi oldu tabii. Tayga, derdini anlatır yaşa gelene kadar anneanne gözetiminde büyüdü.
Ama herkes annesine bu kadar yakın ve benim kadar şanslı değil elbette.
Sibel Arna’nın yazısıyla gündeme gelen dadı meselesi hem işçi hem de işveren boyutunda kanayan bir yara.
Düzelmesi gereken çok şey var. İş ve izin tanımlamalarının yeniden yapılanması mı desem, yoksa Dadı McPhee’nin sihirli değneği mi bilemedim.
Sanırım en başta gerekli olan, ciddiyet, sorumlulukların bilindiği, her iki tarafın da birbirlerinin haklarına tecavüz etmediği bir ortam ve tabii karşılıklı saygı, sevgi, hoşgörü...

Bu da festival kölesi

Madem söz dadıların modern köle olarak kullanılmasından açıldı.
Biraz da festival kölelerinden söz edelim.
Festival kölesinin bu hafta sonu yapılacak olan 9. Efes Pilsen One Love Festivali’ndeki adı Hayati.
Hayatı kolaylaştı-racağı için bu ismi koymuşlar.
Hayatiler ne işe mi yarar? Hayati gider içkinizi alır, getirir.
Hayati’nin omzuna çıkıp, konserleri görüş açısı geniş bir yükseklikten izleyebilirsiniz.
Bu kapitalist yaklaşım Disneyland’de olur belki ya da Londra’da üç tekerlekli bisikletle Soho turu atmakla yaşanabilir ama adının içinde One Love olan bir müzik festivalinde tabii ki sırıtır.
Yetkililer gelen tepkiler üzerinde Hayati’lerin görevlerini daha insani boyutlara çekmişler, şimdi sadece ıslak mendil, güneş kremi ya da üzerine oturmalık kilim dağıtacaklarmış.
Bu durumda konserlerde sevgilinizi bir zahmet omuzunuza almanız gerekecek. Bir düşünün bakalım yapabilecek misiniz? “Bu da bir çeşit kölelik ama...” diye başlamayın lütfen, keyfini çıkarın.

Kadınlar iblis midir?

Bazı filmler vardır, aynen bazı insanlar gibi ya sever ya da nefret edersiniz. Ben yönetmen Lars Von Trier’den nefret ediyorum mesela (Manderlay filminde bir eşeği öldürttüğü için).
Ama son filmi Antichrist’a resmen aşık oldum. Bir giriş sahnesi var ki unutmak mümkün değil. ıddia ediyorum; müzik, seks ve ölümün ahenkli bir biçimde dans ettiği o sahne, sinema tarihinin en etkileyici girişlerinden biri. Filmde kadınların iblisliğinden söz ediliyor. Doğanın etkisinde kalan kadının, kötülüğün pençesine düştüğü vurgulanıyor.
Zaten kadın izleyiciler filmi Cannes’daki gösteriminde salonu terk ederek tepki göstermişlerdi. Kısacası kadın düşmanı ilan edilen bir filmden söz ediyoruz.
Bence tüm kötülükleri sadece kadına değil de insan ruhuna bağlamak gerek. ıblislik kadın-erkek hepimizin içinde var. Ne denli iyi olduğumuz, hamurumuzdaki kötülüğü ne kadar törpülediğimizle alakalı sadece.
Filme dönersem, perdedeki şiddet ve cinsellik dozu tabii ki sınırları aşmış durumda.
Seksle paralel giden bu şiddet sahneleri bir süre sonra insanı cinsellikten bile soğutabiliyor.
Bu nedenle Antichrist herkese tavsiye etmeye korktuğum bir film.
şiddet ve cinsellik dozu yüksek, izlemesi zor... Ama diğer yanda da son derece etkileyici...
Yazarın Tüm Yazıları