Dubai’ye gidip denize girebilir, denizden çıkıp Emirates alışveriş merkezinin içindeki kayak pistinde kayabilir, oradan Wild Wadi’ye geçip suni dalgalarda sörf yapabilir, akşam olduğunda da 7 yıldızlı Burj Al Arab’ın üst katında içkinizi yudumlayabilirsiniz.
Ben bunların hepsini yaptım ama Dubai tatilinin olmazsa olmazlarından olan çölde safariyi de es geçmedim. Bindik Hummerlar’a, attık kendimizi çöle. Hummerlar Amerikalılar’ın çöl fırtınası için ürettiği özel araçlar. Ama her ne kadar çöl için yaratılmış olsalar da kumdan tepeler üzerinde turistlerin yüreğini hoplatmak üzere talimat almış şoförlerin altında tam bir kábusa dönüşüyorlar.
Kaç kez devrilme tehlikesi atlattığımızı hatırlamıyorum bile. Bu korkulu ama bir o kadar da keyifli dakikaları bizim cipimizdeki Avustralyalı çiftle paylaştım. Safari sonrasındaki barbekü partisinde sohbet koyulaştı ve sinema yazarı olduğumu öğrendiklerinde konular haliyle filmlere ve oyunculara kilitlendi.
Ben de içeriden bilgi almak için Avustralyalı Nicole Kidman, Russell Crowe ve Cate Blanchett’i sordum onlara. Nicole Kidman Avustralya’da pek sevilmiyor, çok soğuk ve kibirli bulunuyormuş.
Cate Blanchett’i hem çok başarılı hem de canayakın bulduklarını söylediklerinde hiç şaşırmadım. İki yıl önce Berlin’de tanıştığım bu güzel kadın her türlü övgüyü fazlasıyla hak ediyor bence de.
Ve geleyim Russell Crowe’a. Kaldığı oteldeki resepsiyon görevlisinin başına telefon fırlatan, basın toplantılarında asistanına kül tablasını taşıtan bu adam için en uygun kelimelerin hırçın, ukala, saygısız ve hatta görgüsüz olacağını söylediğimde çok şaşırdılar.
Dışarıdan bakıldığında hep olumsuz algılanan Russell Crowe, ülkesi Avustralya’da çok seviliyormuş. Ülkesinin en köklü rugby takımlarından Rabbitohs’un sahibi olan Crowe için "O bizim yaramaz ama sevimli çocuğumuz" tanımlamasını kullanan Avustralyalı arkadaşlarım Oscar’lı oyuncularına toz kondurmadılar. Onun hassas bir yapısı olduğunu bile iddia ettiler bir ara.
Kuzguna yavrusu anka görünür, diyeceğim ama Nicole Kidman örneği bu yorumumu anlamsız kılıyor. Artık ben de Russell Crowe’un yaramaz ama sevimli biri olduğunu düşünüyorum. Geçen gün Teoman kendisi için "Hem utanmaz hem utangaç" tanımlamasını kullanmıştı. Biz de Crowe için Teoman’ın Gönülçelen’inden alıntı yaparak "Hem kırıcı hem kırılgan" diyebiliriz herhalde!
Ödül almak öyle güzel ki
Önce TV8’de Stüdyo olarak başlayıp, ardından Kanal D’de Cinemania adıyla devam ettiğim sinema programım geçen hafta bir kez daha ödüllendi. Beykent Üniversitesi, Cinemania’yı YılınEn İyi Kültür Sanat Programı seçmiş. 8 bin öğrencinin katılımıyla oluşan anketten En İyi olarak çıkmak güzel gerçekten.
Ödülü almaya gittiğimde bu mutluluğu kendi dallarındaki ödülleri almak üzere törene katılan Erol Evgin, Ali Sirmen, Selim İleri, Atilla Dorsay, Safa Önal, Erkan Oyal, Ara Güler, Erez Eğilmez, Adnan Turani, Tamer Oyguç, Ali Kırca, Can Dündar, Cem Ceminay, Mete Çubukçu, Deniz Arman, Doğan Satmış, Cansel Elçin, Osmantan Erkır gibi isimlerle paylaşmak da ayrı bir zevkti tabii.
Televizyonculukta reyting, izlenme oranı çok önemlidir. Programın yayınlandığı günün ertesinde ilk işimiz sıralamaya bakmak olur. Ama itiraf etmeliyim ki İletişim Ödülleri Töreni’nde ödülü elime aldığımda bu tip ödüllerin reytingden çok daha önemli olduğunu hissettim. Bu farkındalık için Cinemania’yı En İyi Kültür Sanat Programı seçenlere ayrıca teşekkür ediyorum.
Şirketlere bir tavsiye
Çalış çalış nereye kadar... Sonrasında daha verimli olmak üzere işe güce ara verip film çekmek lazım. Bu da Kurumsal Film Festivali sayesinde mümkün oluyor. Beyaz yakalıların festivali üçüncü yılında da Kurumları En İyi Çalışanları Anlatır fikri ile yola devam ediyor. Her şirket bu festivale katılmalı bence. Etkili iç iletişim ve takım ruhunun pekişmesi için bundan daha iyi bir fırsat olamaz çünkü.