Bir rock’çının ölümü

Kelebek yine farkını gösterdi ve çok doğru bir zamanlamayla, Rock’n Coke’un hemen ardından Türk rock gruplarını sayfalarına taşımaya başladı.

Mor ve Ötesi, Manga, Duman, Gece Yolcuları, Baba Zula ve diğerleri. Dilek Dallıağ’ın yaptığı röportajları hep birlikte zevkle okuyoruz.

Ben de, bu rüzgarı arkama alarak, zaten uzun süredir yazmak istediğim bir filmi çıkardım notlarımın arasından. Sizlere, Nirvana’nın unutulmaz solisti Kurt Cobain’in son zamanlarını perdeye taşıyan Son Günler’den (Last Days) bahsedeceğim.

Bu yıl Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan Son Günler, Amerikan bağımsız sinemasının gözde yönetmenlerinden Gus Van Sant’ın imzasını taşıyor. Sant, Gerry ve Fil (Elephant) filmlerinde de ele aldığı ölüm temasını bu kez 27 yaşında intihar eden Kurt Cobain’in üzerinden işlemiş. Ünlü yönetmen, filminde ünlü rock’çının ölmediği, öldürüldüğü iddialarına hiç girmeyerek, daha çok karamsar, bezgin, intihara sürüklenen bir adamın son günlerine odaklanıyor.

Filme yönelik eleştiriler, Cobain’in hayatına dair çok şey söylemediği yönünde. Son Günler, ketumluğu nedeniyle, perdede Cobain’in hayat hikayesini izlemek isteyenleri pek de memnun edecek gibi görünmüyor.

Diğer yanda ise herkes, Van Sant imzalı yapımın, yedinci sanatın özenle yaratılmış örneklerinden biri olduğu konusunda hemfikir. Son Günler’den, kapsamlı bir hayat hikayesi olmasa da ünlü rock’çının son günlerini perdeye taşıyan iyi bir film olarak söz edilebilir.

Fragmanına bakınca, Van Sant ustanın elinden çıkan işin yine çok klas olduğu anlaşılıyor zaten.

Kurt Cobain’e benzetilen karakteri canlandıran Michael Pitt’in, ünlü rock’çıya olan şaşırtıcı derecedeki benzerliği ise filmi izlemek için başlı başına bir neden gibi duruyor.

Gösterime girdiğinde daha geniş kapsamlı ele alırız tabii, ama, ‘Sönüp gitmektense, yanıp kül olmayı tercih ederim’ diyen Kurt Cobain’in Son Günler’i, keşke rock’ın çokça konuşulduğu bugünlerde vizyonda olabilseydi.

Clooney’i yanlış tanımışız

George Clooney’i nasıl bilirsiniz?

Yakışıklılığı elde var bir tabii. Onu bir kenara bırakalım. Clooney, hayatı hafife alan, Como Gölü kıyısındaki evinde partiler verip, güzel kadınları peşinde koşturan, hoş ama boş Hollywood bekarlarından biri gibi duruyor, öyle değil mi?

Değilmiş.

Geçen hafta başlayan Venedik Film Festivali’nde çok daha farklı bir George Clooney ile karşılaştık. Yönetmenliğini de yaptığı Good Night and Good Luck için Venedik’te bulunan ünlü aktör, her zaman yaptığı gibi basına gülücükler dağıtıp, espriler yapmak yerine, bu filmiyle sansasyonel bir konuyu ele alarak geçmişi sorguladığını ve genç kuşakları uyarmak istediğini söyledi.

Bunu nasıl yaptığına gelince. Good Night and Good Luck’ın merkezinde, 1950’li yıllarda komünist avına çıkan senatör McCarthy ve ona canlı yayında meydan okuyarak bir anlamda sonunu hazırlayan gazeteci Edward R. Murrow var (buradan bizim basına da bir ders çıkar elbette). Yani konu son derece ciddi, ağır ve bir o kadar da politik.

Clooney, ticari kaygıları da bir kenara bırakmış görünüyor.

Venedik’ten ödülle dönmesi kuvvetle muhtemel olan Good Night and Good Luck, içinde barındırdığı 50’lerden kalma görüntülerle uyum içinde olması için siyah beyaz çekilmiş.

Filmde Murrow’u David Strathairn canlandırıyor. Senatör McCarthy rolünde ise bir aktör değil, bizzat senatörün kendisi var. Yerinde bir seçimle, arşiv görüntüleri kullanılmış.

Londra Film Festivali’nin kapanışını yapacak olan bu son derece farklı George Clooney filmi, kısa bir süre sonra bizde de vizyonda olacak.

II. Eurimages Filmleri Festivali

1988 yılında film, yapım, dağıtım ve ülkelerarası ortak yapımları desteklemek, Avrupa film endüstrisinin gelişimine katkıda bulunmak amacıyla kurulan Eurimages’ın ve Umut Sanat’ın işbirliğiyle geçen sene ilki düzenlenen Eurimages Filmleri Festivali bu yıl tekrar gerçekleşiyor. Eurimages’ın desteklediği altı film, İçimdeki Fırtına (Silvio Soldini), Aşk Çılgınlığı (Joaquin Oristrel), Marie ve Julien (Jacques Rivette), Kötü Ruhlar (Barbara Albert), Herşey Yeni Baştan (Lieven Debrauwer) ve İlk Şarkı (Flora Gomes), 9-15 Eylül tarihleri arasında İstanbul’da Umut Sanat Feriye Sineması’nda ve Ankara’da da Kavaklıdere Sineması’nda izleyicilerle buluşacak.

Beyaz perdeden inciler...

‘İnsanlar hayatta kalabilmek için her şeyi yaparlar.’ (The Island-Ada, Yön: Michael Bay, 2005)

Bunu biliyor muydunuz?

Cuma günü gösterime girecek olan Wes Craven imzalı gerilim filmi Red Eye’ı yarın akşam, Bonus Premium CinecityTrio açık hava sinemasında yapılacak olan ön gösteriminde izleyebilirsiniz.
Yazarın Tüm Yazıları