Paylaş
Yönetmenin Yusuf üçlemesinin bu son ve en iyi filmi, hayatı, baba özlemini, sevgiyi, aileyi ve büyüme sancılarını bir çocuğun gözünden anlatıyor. Ve bunu harika manzaralar ve simgeler eşliğinde yapıyor.
Bu kadar ödüle ve Oscar adaylığına rağmen gişesi nasıl peki bu filmin?
Tahmin etmişsinizdir; “Süt’ten ağzım yandı Bal’ı üfleyerek yerim” geyiklerinin de etkisiyle pek parlak değil tabii.
Bal, 9 Nisan’da vizyona girdi ve sadece 32 bin kişi tarafından izlendi.
Yani bir avuç insan dışında pek göreni yok.
“Festivallerin gözdesi ve Türkiye’nin Oscar aday adayı nasıl bir filmmiş acaba” diyenlerin sayısı ise az değil.
Bal, yeniden vizyonda olması gerekenlerden.
Hem iyi film izletmek hem de merakları gidermek için.
Rock’çılar ve popçular!
Hürriyet Pazar’da Faruk Bildirici’nin Mor ve Ötesi ile yaptığı söyleşiden bir alıntı: “Darbe şarkısını Türkiye 12 Eylül’ü bu kadar tartışmadan önce 2005’te yapmıştık... Amerika’nın 2003 Irak saldırısı politik vizyon getirdi. ‘Savaşa Hiç Gerek Yok’ single’ı o sırada çıktı. 1 Mart günü Ankara Tandoğan’daki mitingde on binlerce kişi o şarkıyı söyledi. Sabah miting akşam tezkere görüşmeleri oldu. Geriye bakınca mutluyuz.”
Bunu okuyunca aklıma Teoman’ın savaş karşıtı şarkısı “Çoban Yıldızı” geldi.
Neden pop müzik söyleyenler aşkla, meşkle ve kendileriyle uğraşırken, söylemi, derinliği olan, politik şarkıların tümü rock’çılardan geliyor
diye düşündüm.
Onlar daha mı eğitimliler (Teoman Boğaziçi Sosyoloji, Harun Tekin Boğaziçi Felsefe’den), daha okur yazar ve dünya meselelerine daha mı duyarlılar?
Yoksa anahtar kelime rock müziğinin içindeki anarşizm, isyan, karşı çıkma ve eleştirme dürtüsü mü?
Bilemedim.
Her ikisi de galiba.
Ruhum sarışın!
Değişiklik isteğinin önünde durulmazmış.
Kadın milleti kafasına taktığını yaparmış.
10 kişi yapma desin, “yap, iyi olur” diyen o 1 kişiyi bulur (o kişi de onu en iyi tanıyan ve hayır dese de yapacağını bilendir zaten), kafasının dikine gidermiş.
Ben de bu evrelerden geçtikten sonra, mevsim dönüşüdür, renk değişimi uygundur diyerek, sarı kafama ilk kez ihanet ettim ve saçlarımı kızıla boyattım.
Doğama aykırılaştığım o gün aynalara mı küsmedim, uykudan uyanmak mı istemedim, önüme geleni mi azarlamadım...
Twitter’a koyduğum fotoğrafa gelen tepkileri de görünce hemen vazgeçtim tabii. Şimdi yine resimdeki gibiyim, mutlu, sevecen, huzurluyum.
Bekir Coşkun’un ardından
Hayvansever bir okurum aradı.
“Bekir Coşkun da gittikten sonra bir siz kaldınız derdimizi anlayan, anlatan, derman olmaya çalışan.
Size daha da sıkı sarılacağız ama onun gitmesi bizi çok üzdü” dedi ağlamaklı sesi.
“Yok” dedim, “Tek kalmadım, başka arkadaşlar da var hayvan haklarını köşelerinde savunan, ama Bekir Coşkun konusundaki üzüntülerinize aynen katılıyorum ve sizin gibi ben de onu yeniden okuyor olmayı diliyorum.”
Telefonu kapattıktan sonra dönüp Bekir Abi’nin kesip sakladığım bir yazısına baktım.
“Biz böyle olmalıyız...” diyordu, “Yüreklerimizde sevgi, sevgimizde yürek olmalı... Çocuklarımız annesiz kedi yavrusuna süt vermeyi öğrenmeli... Boş arsadaki aç köpeği dert edinmeli babalar... Evimizin annesi ekmek kırıntıları ayırmalı kuşlar için...”
Ben hayvan sevgisinin, onlar için yapılan her iyiliğin, sarf edilen her sözün insana geri dönüşünün iyi olduğuna inanırım.
İçimizin titrediği her hayvan bizi koruyan bir melektir omzumuzda.
Paylaş