Paylaş
Çocuğunuz Arabalar için deli divane olanlardan değilse, uzak durun.
Bu film doğrudan büyükleri hedef alarak yapılmış, çolukla çocukla pek işi yok.
2006 yılında hayatımıza giren “Arabalar”ın 3 boyutlu devam filmi, içinde casusluk sosu ve çevreci mesajlar da bulunan karmaşık, polisiye tarzı bir hikaye anlatıyor.
Yakışıklı yarış arabası Şimşek McQueen, kankası çekici kamyon Mater ile Dünya Grand Prix’sine katılmak üzere yola çıkıyor. Ve ikili kendilerini kirli oyunların tam ortasında buluyor.
Filmin biz büyükler için artıları, incelikli, detaylı görselliği.
Her kare için ciddi ciddi uğraşıldığını görmek kuşkusuz izleyiciye kendini iyi ve özel hissettiriyor.
Müthiş görsellik sunan İtalya sahilleri, Paris ve Londra kadar yarışların Tokyo ayağı da tatmin edici.
Ama o kadar işte.
Aksiyonu bol bir polisiye gibi duran film yetişkinler için bile fazla hızlı, karmaşık, geveze ve gürültülü.
Filmden çıktıktan sonra kendinizi koruma kulaklığı takmadan Formula 1 yarışı izlemiş gibi sersemlemiş hissediyorsunuz.
Çocuklar için olacak iş değil.
Muhteşem Yüzyıl’ın atları
Hayvanlar dizilerde, filmlerde niye çalışır?
Oyunculuktan keyif aldıkları için mi?
Meşhur olmak için mi?
Ödül almak için mi?
Para kazanmak için mi?
Cevap e şıkkı, yani hiçbiri.
Onlar sete getirilir ve üstlerine düşeni yapmaya zorlanırlar.
Dizi oyuncularının bile yoğun çalışma saatlerinden yakındıkları, eylem yapmaya kadar gittikleri bu sektörde hayvanlar, sanki zorundalarmış gibi, çalıştırılırlar.
Hadi buna karşı yapacak bir şey yok diyelim, sinemacılar, sanatçılar olarak bu ağzı dili olmayan canlar konusunda biraz insaflı, biraz duyarlı, vicdanlı olunması gerekmiyor mu?
Lars Von Trier denen usta sinemacı ama acımasız insan “Manderlay” filminde rol verdiği, saatlerce birlikte çekim yaptığı eşeğin kesilip, yendiği sahneyi çekti. Sonrasında ise tepkilerden korkarak bu sahneyi filmden çıkarttı.
“Ben Gördüm” (Min Dit) filminde bir sahnede ayaklarından iple asılmış bir kurbağaya sapanla taş atılıyordu. Filmin öykü yazarı Evrim Alataş o sahnede taşın boşa atıldığını, kurbağanın vurulmuş gibi gösterilmesi için de ipin döndürüldüğünü söyledi. Ama keşke ipte işkence gören canlı bir kurbağa değil de maket olabilseydi.
“Kara Köpekler Havlarken” filminde rengi açık olduğu için Hint kınasıyla siyaha boyanan köpek, alerjisi olduğu için öldü.
Ve son olarak “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin setinde atların açlık ve susuzluktan öldüğü haberi geldi.
Bunu duyduğumda ilk tepkim şuydu: “Dizinin yapımcısı Timur Savcı’yı tanırım, hayvanlar konusunda ne kadar duyarlı olduğunu bilirim, dahası o dizinin seti hayvanseverlerle dolu, orada açlık ve yorgunluktan at ölümü olamaz.”
Olayın gerçeği bir süre sonra ortaya çıktı zaten. Atlar yorgunluk ya da açlıktan değil, Uşak’tan Edirne’ye dizi setine gelirken bir trafik kazasında ölmüşler.
Ön kısmı şarampole yuvarlanan kamyondaki atlardan biri boynuna halatın dolanması sonucu olay yerinde, diğeri ise sete geldiğinde ölmüş. Kamyondaki yaralı diğer üç at Edirne’ye gelir gelmez setin veterinerleri gözetiminde tedavi altına alınmış.
Buraya kadar her şey, her gün ülkenin dört bir yanında yaşanan trafik kazalarından biri gibi duruyor.
Öyle de aslında.
Ama bence buradan alınması gereken dersler ve ileriye yönelik önlemler var.
Asıl dikkat edilmesi gereken dizi ya da filmlerde kullanılacak hayvanların sorumluluğunun sete geldikleri andan değil, bulundukları yerden çıktıklarından itibaren alınıyor olması.
Atları Uşak’tan Edirne’ye getiren kamyonda onların tedavisini yapan biri olduğu söyleniyor ama bu sorumluluk aslında dizinin veterinerine ve atlardan sorumlu kişisine ait.
Atların nasıl şartlarda, ne tip araçlara yüklendiğinin, nasıl yolculuk ettirildiğinin bilinmesi, ihmal olup olmadığının kontrol edilmesi lazım. Uşak’tan gelen atları taşıyan araç at taşımaya uygun muydu acaba?
Özel at taşıma aracı olsa, göğüs tasması kullanılsa, atın boynuna ip dolanması gibi bir şey söz konusu olmayabilir miydi?
Kazadan sonra yaralı dört ata anında müdahale nasıl yapıldı?
Türkiye gibi hayvan hakları ihlallerinin fazla olduğu sorumluluk ve zorunluluklarımız artıyor.
İki atın ölümüne neden olan, istenmeyen bu üzücü kazadan sonra film ve dizi şirketlerinin, nakliyeden itibaren daha dikkatli olacaklarına, veteriner ve eğitmenlerle daha sıkı temas halinde çalışacaklarına eminim.
Vefalı Kanal D
Kanal D’nin bu yılki tanıtım filmi gösterilmeye başladı. Film tam bir müzikal havasında. Murad Küçük’ün yönettiği “Renkli Hayat Müzikali”nde, Kanal D yüzleri olarak, şık giyimli, şarkı söyleyen, dans eden müzikal oyuncuları olarak kamera karşısına geçtik.
Filmdeki partnerim Güneri Cıvaoğlu bildiğiniz gibi dansa gayet hakim, şarkının “film gibi hayat her an” kısmını söyleyip, dans da ederken, beni çok rahatlattı.
Çekim öncesinde Tan Sağtürk’ten aldığım dans dersi öyle keyifliydi ki, devamını onun okullarından birinde getirmeye karar verdim. Yakında derslere başlıyorum.
Tanıtım filminin çekim aşaması işte böyle zevkli ve verimli geçti.
Sıra izlemeye gelince ise farklı duygular, ruh halleri hakim oldu.
Finalde ise gözlerim doldu.
“Murat Çetintürk’ün anısına, saygıyla” diye bitiyordu Kanal D tanıtım filmi.
Murat benim üniversite arkadaşım, reklam dünyasının ise sevilen ismi.
Kısa bir süre önce Brezilya’da geçirdiği trafik kazasında kaybettiğimiz iyi yürekli arkadaş, can insan Murat’ı unutturmadığı için Kanal D’ye ve tanıtım filmi ekibine sonsuz teşekkürler.
Sevgili Murat, hepimiz seni çok özlüyoruz.
Paylaş