Paylaş
GERİDE kalan yılın Türkiye yönünden bize göre de en önemli olayını, Başbakan Bülent Ecevit, Ankara Temsilcimiz Sedat Ergin'in sorularına yanıt verirken dile getirmiş.
Sedat Ergin, ‘‘Başında bulunduğunuz hükümet, 2000 yılında yolsuzluklarla mücadele alanında önemli bir başlangıç yaptı. Türkiye sizce, yolsuzluklar konusunda bu noktaya nasıl gelmiş?’’ diye sorunca Ecevit: ‘‘Hortumlamaların, bazı yolsuzlukların, serbest pazar ekonomisi denen süreçte doğal olabileceği, bunların yadırganmaması gerekeceği, hatta faydalı olabileceği zihniyeti aşılanmak istendi. Biliyorsunuz, ‘Benim memurum işini bilir' edebiyatı bunun bir simgesiydi. Buna benzer davranışlar oldu, sorumsuzca adımlar atıldı ve bunlar olumsuz sonuçlarını doğurdu. Bunlar o kadar birikti ve yaygınlaştı ki, üzerine yürünmekten çekinilir duruma gelindi. Bizim yaptığımız şey, arı kovanına çomak sokmak oldu, başımıza gelecekleri bile bile...
Türkiye'nin artık bu sorunların üzerine yürümesi gerektiği, sokaklarda mumla gezerek ortalığın aydınlanamayacağı anlaşıldı. O mumla gezenlerin bir özlemi vardı. Bu özlemin karşılanabilmesi için gerekli siyasal iradeyi ortaya koyduk. Koalisyon ortaklarının bir arada bu konuların üzerine gitmeyi göze alabilmeleri, Türkiye için önemli bir şanstır. Peşini bırakmaya niyetimiz yok’’ yanıtını vermiş.
Bu sözler bize özellikle 1983’ten yani Turgut Özal'ın Başbakanlığa geldiği tarihten, bugün işbaşında bulunan 57'nci hükümetin kurulduğu tarihe kadar yaşadıklarımızı özetliyor gibi göründü.
(Dün bir gazetede merhum Özal'ın eşi Sayın Semra Özal'ın, o dönemi de içeren anılarını yazıp yazmayacağına ilişkin soruya verdiği ilginç bir yanıt vardı... Semra Özal, (yazarsam) ‘‘dünya birbirine girer’’ demiş. Merak ediyoruz, acaba birileri de o yılların Semra Özal'ını yazarsa kim nereye girer?)
Gerçekten öyle bir dönem yaşadık ki... Türkiye'de doğruların değil sadece ve sadece köşe dönücülerin, kara paracıların, hayali ihracat soyguncularının, ihale talancılarının, mafya uzantılarının, tahsilat zorbalarının korunduğu gerçeği tüm zihinlerde yer etti. Rüşvet alma, yolsuzluk yapma, devlet otoritesini yok sayma öylesine yaygınlaştı ki Türkiye ‘‘kamu yönetimi çürümüş ülkeler’’ listesinin en belirgin ismi oldu.
Kendi hapishanelerine bile söz geçiremeyen devlet olur mu?
Böylesine çürümüş bir bünyeyi tedaviye kalkmak elbet çok büyük riskler içeriyordu. Nitekim dışarıdaki soyguncusundan içerideki teröristine kadar hepsi hálá ayakta.
Bu tiplerin söylediğine değil, yaptığına bakınız. ‘‘Dürüstlük’’ terazisinde sadece başkalarını tartıyor ama kendisi oraya çıkamıyorsa, biliniz ki alçağın biriyle konuşuyorsunuz. Boşuna vakit kaybetmeyiniz.
Paylaş