Paylaş
ÖNCE YÖK'ün Dokuz Eylül Üniversitesi rektör adaylarıyla ilgili tercihine karşı çıktık...
Sonra Cumhur-başkanı Ahmet Necdet Sezer'in YÖK'ün önerdiği isimlerle ilgili tercihini tartışmaya başladık.
Bir olanak bulunsa da (yasal olarak böyle bir şey mümkün değil) yarın Sayın Sezer ‘‘tercihlerinden geri döndüğünü’’ söylese ve YÖK'ün önerdiği listeyi aynen onaylasa o işleme de karşı çıkacağımızdan emin olun.
Bu defa en azından ‘‘Koskoca Cumhurbaşkanı bir öyle bir böyle karar verir mi?’’ diyeceğiz.
Niye bu konunun herkes bu kadar üstüne gidiyor? Neden profesörler, doçentler yollara düşüp -üstelik izinsiz- protesto yürüyüşleri yapıyorlar?
Çünkü biz rektör değil, üniversitelere kral seçiyoruz.
Bu yüzden rektörleri kınayamazsınız. Onlar yasanın verdiği yetkiyi kullanınca bakıyoruz ki aslında kral seçmişiz. Kral diyoruz; çünkü ellerindeki iktidar çok büyük olduğu halde kimseye hesap verme zorunlukları yoktur.
Ama bu, bile bile oldu. Onu unutmayalım:
Bu modelin mimarı bilindiği gibi Prof. Dr. İhsan Doğramacı'dır. Sayın Doğramacı son derece yapıcı bir insandır. Ama her şeyi tek başına yapar. Aynen YÖK yasasının istediği gibidir. Zaten o yasa da Doğramacı'nın eseridir. Ve bu yasaya göre YÖK Başkanı bir imparatordur.
Bir imparatora yakışan da krallara hükmetmektir.
Hoş onlar kral olmasa, bu defa da rektörün yetkisi yok ki diyerek şikáyet ederdik.
İktidar bu kadar büyük olunca, rektörlükten ayrılan ağlıyor, onun yandaşları sokaklara düşüyor. Rektör olanın yandaşları ise siyasi bir güç kazanmışçasına zafer naraları atıyor.
Görüldüğü gibi bu işin bir değil birçok yeri (belki başta üniversite dünyamızın genel düzeyi) bozuk. O nedenle -kaç gündür yazıyoruz- üniversiteleri kaliteli eğitim veren, bilim üreten, bu iki konuda rekabet iddiası olan kurumlar haline getirmek zorundayız. Unutmayalım:
Üniversitelerimizi ıslah edemezsek, bağımsızlığımızdan sonraki en büyük amacımız, yani çağdaş uygarlığı yakalama iddiamız iflas eder.
Gerçi üniversitenin sorunları sadece rektör tayini problemini çözmekle bitmez. Ama rektör tayini onlardan biri ve önemlisi ise, öncelikle o ele alınsın. Örneğin, tekrar 1946 öncesine yani rektörlerin Milli Eğitim Bakanı tarafından tayini esasına mı dönülecek, o düzeyde bakan bulun, o düzene dönülsün. Yok daha sonra yıllarca uygulanan ‘‘her iki yılda bir rektör bir başka fakülteden seçilir’’ esasına mı dönülecek, o yapılsın. Veya rektör seçiminden şu kadar süre öncesinde kadrolara yeni öğretim üyesi alınamaz mı denecek, o densin ve şimdiki usul korunsun.
Ama yeter... Bıkkınlık veren bu mesele artık bitsin.
Paylaş