YENİ Anayasa taslağı kafaları çok karıştırdı ama bir de yararı oldu. Kimin gerçekten "özgürlükçü" olduğunu kimin özgürlük adına şeriat düzeni avukatlığına soyunduğunu ortaya çıkardı.
Özellikle "Türkiye bu gidişle Malezya’laşır mı?" tartışmaları "turnusol kağıdı" görevi yaptı.
Çünkü "türbana" özgürlük isteyenler, uzun vadede "şeriat despotizmine" destek verir hale düştüler.
Somut durum şu... "Özgürlükçü" geçinenler, yeni Anayasa taslağındaki örneğin "Kılık ve kıyafetinden dolayı hiç kimse yüksek öğretim hakkından mahrum bırakılamaz" diyen öneriyi demokratikleşmenin gereği olarak savunuyorlar.
Onlara göre amaç çok masum. Türban yasağı yüzünden mağdur olan genç kızlara özgürlükleri verilecek ve olay bitecek.
Oysa olay bundan ibaret değil. Çünkü gerçeğin tamamını değil, işlerine gelen kadarını yani yarısını söylüyorlar. Tıpkı meşhur ayetteki "Namaz kılmak günahtır" ifadesini söyleyip de onun başındaki "İçkiliysen" koşulundan söz etmeyenler gibi.
Yine somuta indirgeyelim:
Gerçek özgürlükçü olanlar, -Türkiye koşullarında- türbanın serbest bırakılmasını isteyenler değil, bunun uzun vadede öteki -başı açık- kız öğrencileri de baskı altına alacağını söyleyenlerdir.
Uzağa gitmeye gerek yok... İmam Hatip Liselerinde -üstelik resmen yasak iken- kız öğrencilerin hepsi türbanlı değil mi?
Bu özgürlükçü (!?) kardeşlerimiz şeriat despotizminin bir ülkeye nasıl girdiğini, bir kere girdikten sonra tasfiye edilmesinin kaç asırlık bir mücadeleyi gerektirdiğini görmüyorlar mı? Bunca iddialı "aydın" havalarına rağmen, -hadi Malezya’yı inceleyecek vakit bulamadılar diyelim- otuz yıla yakın zaman geçti, İran’ı da mı hiç okumadılar?
Efendim "Türkiye ne İran ne de Malezya imiş". Bizdeki İslam farklı imiş.
Oysa daha geçenlerde Başbakan Tayyip Erdoğan söyledi, "Ilımlı İslam diye bir şey yoktur, İslam tektir" diye.
Başbakanın dediği doğru idi. İslam tektir. Üstelik o sadecedin değildir. Aynı zamanda bir devlet yönetimi sistemidir.
Kabul et, etme... Gerçek budur.
O nedenle bir insanın saf olmadıkça, aptal ve cahil olmadıkça... Bir ihtimal daha var, -hadi yumuşatarak söyleyelim- Şah dönemi İranı’nda Humeyni’yi "özgürlükçü" sanan hayalci aydınlar gibi (...) olmadıkça böyle bir tablo içinde "türbanı serbest bırakmak, özgürlükçü anlayışın gereğidir" demek mümkün değildir.
Bu kardeşlerimize göre bizler, gereksiz yere korkular üreten, bu korkuları insanlara aşılamaya çalışan -ve bir takım aptallara göre de aslında din düşmanı olan- insanlarız. Oysa hem domakratik düzeni hem de laik sistemi savunan o nedenle de gerçek özgürlükçü olan bizleriz.
Anımsarsınız, Sovyetler Birliği despotizimine rağmen bir kısım aydınlar Komünist sistemin en sonunda tam özgür toplumu yaratacağını savunurdu. Oysa bu kafayla yola çıkan birçok aydının ülkesi de Sovyetler Birliği’nin esiri, hatta uşağı olmuştu. O sırada Winston Churchill’in "Komünizme karşı neden bu kadar hoşgörüsüzsünüz?" sorusuna verdiği güzel bir yanıt vardır: