DÜNKÜ gazetelerin en ilginç haberi Milliyet’teydi. "Şehirlerarası otobüslerde ’namaz molası’ taleplerinin arttığı" bildiriliyordu.
Olay Samsun’un Terme İlçesi’nden aldığı yolcuları 2 Eylül günü İstanbul’a getirmek üzere yola çıkan Metro Turizm’e ait otobüste yaşanmış.
Otobüsün tarife dışı olarak bir cami önünde durmasına bir kısım yolcular itiraz edince anlaşılmış ki şoför kendi arzusuyla durmamış. Yolculardan bazıları "dinsiz değilse otobüsü cami önüne çekmesi gerektiğini" söyleyip baskı yapınca mecbur kalmış.
Firmanın yetkilileri de, Türkiye Otobüsçüler Federasyonu Başkanı Mustafa Yıldırım da bu durumdan şikáyetçi. Yıldırım’ın "Namaz molası taleplerinin sektörün baş ağrısı haline geldiğini" belirterek "Şoför kabul etmezse ciddi tartışmalar çıkıyor. Tartışma nedeniyle şoförlerin kaza riski artıyor. Dinsizlikle suçlanan şoförün siniri bozuluyor" dediği bildiriliyor.
Şimdi ne var bunda, diyenlere sormak lazım:
"Hálá mı görmüyorsunuz bunda ne olduğunu?"
Meğer 1990’larda davullu zurnalı "Türk adımlı bale" icat eden kafa ile "Balerinler point shoe (bale pabucu) yerine mest (hafif ve yumuşak deriden yapılan bir tür ayakkabı) giysinler efendim" diyen Kültür Bakanı bile bugünkü zihniyet yanında "cennetten çıkma" imiş de fark etmemişiz.
İsterseniz bu gidişin nereye varacağını Türkiye’den değil de meşhur Le Monde gazetesinin 18 Mayıs 2007 tarihli sayısında yayımlanan ve Fas’ı anlatan röportajdan özetleyelim:
(Tesadüf bu ya... Orada da Adalet ve Kalkınma Partisi var. Üstelik partinin amblemi gaz lambası... Kuruluş tarihi de 1967.)
"Hicab (perde) Fas’ın üstünü örtüyor" başlıklı yazıda şöyle denmiş:
"Bir sessiz devrim bu. İslam’ın rengi olan yeşil bir devrim. Bir orta öğrenim kurumunda Fransızca öğretmeni olan Sukayna, ’Ülkemi artık tanıyamıyorum’ diyor. Sukayna 20 yıl önce okulunda göreve başladığında, sadece bir öğretmenin başını örttüğünü hatırlıyor. Bugün ise tam tersi: Onun dışında tüm kadın öğretmenler ve tüm kız öğrenciler kapalı. Sonunda Sukayna’nın sinirleri boşaldı, depresyona girdi, görevi bıraktı.
Hiçbir zaman dincilerin doğrudan saldırısına hedef olmadığını söylüyor. Sadece küçük damlaların gün geçtikçe birikmesi. Kısa kollu, dudakları rujlu ve sadece ayak bileklerini gösteren etekle okula gittiğinde, örtülü meslektaşlarının dokundurmaları, ’Güne haram şeylerle başlanması ne kadar kötü’ gibi. Ya da dolabına üç kez pembe türban bırakılması gibi. ’Cebinize (her gün) bir çakıl taşı konuyor. Çakıl taşının ağırlığı nedir ki... Sonra bir gün öyle ağırlaşıyor ki o çakıl taşı... Taşıyamıyorsunuz’ diyor.
Fas’taki gelişmeleri yakından izlediğimiz için bu ’değişim’ bizi şaşırtmadı. Örneğin geçen yıl önce Rabat Üniversitesi’nde son sınıfta okumakta olan bir kız öğrenci şöyle diyordu:
’Ben fakülteye girdiğimde sadece 2 türbanlı öğrenci vardı. Bir ay sonra 4’e çıktı. Onu izleyen ay 8’e... Herkes birine çengel atmakla görevliydi. Sonra çengel atan da başka birine... Bugün görüyorsunuz; okulun dörtte üçü kapalı.’"