BİZ herhalde “Bu altın işi öyle değil, böyledir” diyecek biri değiliz. Çünkü “altın”dan ve “borsa”dan anlamayız ama “adam”dan anlarız.
O nedenle CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi tutar da, “Yurda girmesi gereken 64 ton altın nereye gitti? Buharlaştı mı?” derse onu önemseriz.
Dün öyle olmuş. CHP Trabzon Milletvekili Hamzaçebi, “Varlık Barışı uygulaması kapsamında beyan edilen tahminen 64 ton külçe altının Nazi altınları gibi buhar olup uçtuğunu” söylemiş. Devam etmeden iki noktayı açıklayalım: Varlık Barışı yasayı 2009 yılı boyunca uyguladı. Buna göre yurtdışındaki varlığını beyan eden bunun yüzde 2’si kadar vergi ödeyerek onu yurda getirirse tüm diğer yükümlülüklerinden kurtuluyordu. Nazi altınları da, Nazilerin, bir kısmını işgal ettikleri ülkelerde ele geçen ganimetten, bir kısmını Yahudilerden toplayarak -bir gün lazım olur diye- muhtelif yerlere sakladıkları 400 ton kadar altının, savaştan sonra bulunamayan yaklaşık 150-160 tonluk kısmını ifade ediyor. Hamzaçebi’deki bilgilere göre bu 64 ton altını getirmeyi sadece 4 yükümlü (belki dört kişi veya 4 kurum) taahhüt etmiş. Nitekim bu taahhütleri Maliye Bakanlığı kayıtlarına geçmiş. Ama sonra ne gören, ne işiten olmuş. Hamzaçebi’yi yanıtlayan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, “Altınla ilgili bir beyan söz konusu ama bu beyan sonrasında ülkeye getirilip getirilmediği incelenen bir husus” dediği, söz konusu inceleme bitince, “MASAK’ın (Mali Suçları Araştırma Kurulu) gerektiğinde, ilerde inceleme sonuçlarını kamuoyuyla paylaşacağını” bildirmiş. İyi de “neden gerektiğinde?” Mehmet Şimşek bu inceleme altından çapanoğlu çıkar diye mi korkuyor? Bunlar meselenin bir tarafı... Zaten bu aşamada ortada çok çok, bir muhalefet milletvekilinin sorusu ve Maliye Bakanı’nın ona vermekle yükümlü olduğu bilgi var. Asıl mesele bu kadar büyük bir servet şu veya bu şekilde buharlaşabilir mi sorusudur. Biz Turgut Özal’ın Türkiye’ye tam bir “yalancı cennet” yaşattığı 1980’li yılların “Bedelsiz İthalat” furyası döneminden anımsarız. O tarihte bir takım uyanıklar, tam anlamıyla “çıkar amaçlı çete” kurarak Türkiye’den altın toplayıp yurtdışına kaçırıyor, orada bunu bozdurup Türkiye’ye mal gönderiyordu. Bunlar hem o malın satışından, hem de aslında kaçak altınla karşıladıkları bedeli sanki “halı, ipek vs.” ihraç edip de kazanmış gibi göstererek, devlet hazinesinden deve yüküyle vergi iadesi alıyorlardı. Devlet hazinesi bu emme-basma tulumba yöntemiyle nerdeyse 6-7 yıl süreyle insafsızca soyuldu. Bu sırada Türkiye’den tam 450 ton altının kaçırıldığı yargı dosyalarına girdi. Ama Özal, tüm bu hırsızlıkların -halen önemli bir kısmı aramızda yaşayan- faillerini çıkardığı af yasalarıyla adaletin elinden çekip aldı. Eee... 450 ton altın kaçırılırken ruhu bile duymayan Türk milleti şimdi 64 ton altının buharlaşıp buharlaşmadığını mı fark edecek?