Oktay Ekşi

Bir uyum sorunu

22 Ekim 2009
NEYİ var da olmuyor, bir türlü tayin edemiyoruz. Tıpkı bir zamanlar kürsülerden halka, “Ben sizin ananızım, ben sizin bacınızım” diyen ve dediğine kendisi dahil kimsenin inanmadığı bilinen Tansu Çiller’in sözleri gibi, Cumhurbaşkanı Gül’ün “tarafsızlık” ve “kucaklayıcılık” gösterileri de kimseyi inandıramıyor.

Son örneği, geçen gün Çankaya Köşkü bahçesinde katıldığı bir televizyon programı sırasında “Anayasa değişikliği yoluyla Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) yapısının değiştirilmesi halinde, ana muhalefet partisi liderinin de MGK toplantılarına katılmasında fayda gördüğünü” ifade etmesi nedeniyle yaşadık.

Böyle bir öneri Cumhurbaşkanı’nın ağzından çıkınca elbet ona kulak verilir.

Olayın bir bu boyutu var. Bir de bu vesileyle Cumhurbaşkanı’nın ortaya koyduğu profil tarafı var.

Önce ikinci noktaya değinelim:

Dünkü gazetelerde görmüşsünüzdür. Öneri dolayısıyla yapılan eleştiriler Cumhurbaşkanı’nı kızdırmış. Nitekim Çankaya’nın internet sitesine konan bir “Azarname”de “Böyle yapıcı ve demokratik bir önerinin ve son derece ciddi bir konunun günlük siyasi çekişmelere alet edilmesi üzüntüyle karşılanmış ve ciddiyetten uzak bir yaklaşım olarak değerlendirilmiştir” denmiş.

Bir öneri Cumhurbaşkanı’nın ağzından çıkınca herkesin onu “ne kadar isabetli” bulduğunu ifade etmesi şart mıdır?

Hem eleştiriye tahammülsüzlük gösterip hem de “yapıcı ve demokratik bir öneri” sahibi görünmek çelişki değil mi?

Yukarıda değindiğimiz birinci noktaya gelirsek...

Yazının Devamını Oku

Orta oyunu

21 Ekim 2009
TAMAM, bugünkü hükümetin başlattığı “açılım” başarıya ulaşsın. Ülkemizde artık kan dökülmesin. “Yaratandan ötürü yaratılanı seven” Başbakanımız da mutlu olsun. İyi de bunlar yapılırken, Başbakan’ın ifadesiyle “Koskoca Türkiye Cumhuriyeti” âleme rezil olmasın.

En azından hükümet adına Habur’a veya Cizre’ye gidenler, yargının işine burnunu sokmasın.

Oysa önceki gün “zafer” işaretleri vererek Habur’dan Türkiye’ye giren 34 kişi ile ilgili işlemler hakkında, arkadaşımız Okan Konuralp’in Silopi’den verdiği bilgiler durumun hiç de öyle olmadığını gösteriyor.

Biliyorsunuz bu 34 kişinin hepsi (tabii üstelik üniformasıyla gelen 8 PKK’lı da) dün yetkili Nöbetçi Mahkeme tarafından serbest bırakıldılar.

Okan Konuralp’in haberinin bu konuyla ilgili kısmını özetleyerek aktarıyoruz:

“Kandil Dağı’ndan ve Mahmur isimli kamptan 34 kişinin Türkiye’ye gelişiyle başlayan ‘Hangi koşullarda serbest kalmaları sağlanacak’ belirsizliği ‘pişmanlık’ yasasına getirilen yeni içtihat yoluyla aşıldı.”

Okan’ın sözünü ettiği, Ceza Yasası’nın “etkin pişmanlık”la ilgili 221’nci maddesi hükmüdür. Bu madde özetle:

* Suç işlenmeden önce verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan;

* Örgüt üyesi olan ama örgütün suçuna iştirak etmeksizin örgütten gönüllü olarak ayrıldığını bildiren;

Yazının Devamını Oku

Uygulamaya kondu

20 Ekim 2009
GALİBA iki olayı birbirinden ayırmak lazım. PKK bağlantılı 34 kişinin Kandil’den ve Mahmur’dan dün Türkiye’ye gelip güvenlik güçlerine teslim olmaları, DTP lideri Ahmet Türk’ün dediği gibi, “PKK’nın barışseverliğinin” değil, “sonun geldiğini” görmesinin işaretidir. Bunu “teslim” çağrısı yapan Abdullah Öcalan da görüyor olmalı.

Bu bir. 


İkincisi... Olay, bir süredir sahneye konulmak istenen ama aktörlerin hepsini ikna etmek mümkün olmadığı için içeriği de açıklanamayan “Açılım” senaryosunun artık uygulamaya konduğunu göstermektedir.


Önce Amerika Birleşik Devletleri, PKK’nın lider kadrosundan Murat Karayılan’ı, Ali Rıza Altun’u ve Zübeyir Aydar’ı resmen “uyuşturucu kaçakçısı” ilan etti.


Bu üç ismin -ister kendi hesaplarına ister örgüt için olsun, fark etmez- uyuşturucu kaçakçılığı yoluyla kaynak yarattıklarını ABD 25 yıldır bilmiyordu da yeni mi öğrendi?


Yazının Devamını Oku

Oyun kuralım derken

18 Ekim 2009
ANLADIĞIMIZ kadarıyla sorun giderek ciddileşecek. Hangi noktaya kadar gidecek, bilemiyoruz.

Ama Türkiye ile İsrail arasında, özellikle Türkiye’den kaynaklanan sertleşmenin, “Dünyanın bu bölgesinde kimin sözü daha çok geçer?” kavgasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Başbakan Erdoğan’ın bu ay sonunda Başkan Obama ile yapacağı görüşmeyi bekleyelim.

Kamera önünde mi, tutanaklı mı yoksa Erdoğan’ın pek sevdiği gibi “iki kişi arasında sır kalacak türden” bir görüşme mi olur, onu da görürüz. Ama Başkan Obama’nın bu krizle ilgili tavrının “belirleyici” olacağını şimdiden söyleyebiliriz.

İyi de 15 gün sonra geri adım atmaya mecbur kalabileceğiniz bir krizi başlatmanın mantığı ne?

Gerçekten Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkileri özellikle İsrail’in geçen yıl aralık ayında yaptığı Gazze saldırısı nedeniyle gerginleştirmek gerekiyor idiyse, Başbakan Erdoğan’ın birkaç hafta önce New York’taki Musevi örgütleriyle “can ciğer kuzu sarması” olması neyin nesiydi?

Daha önce de yazdık. Mesele Gazze’ye atılan “fosfor bombaları”na tepki göstermek ise, o bombaları atan İsrail savaş gemileriyle bundan birkaç hafta önce müşterek askeri tatbikat yapıp da fosfor bombasıyla ilgisi olmayan İsrail Hava Kuvvetleri’ni boykot etme hangi tutarlılığın sonucu?

Ortada mantıklı bir politikadan çok en basit ifadeyle bir “ego kavgası” varmış gibi görünüyor. Onun da külahı hazır:

Ahmet Davutoğlu Dışişleri Bakanı olup görevi Ali Babacan’dan devraldığı gün, “üç ayaklı bir dış politika güdeceğini” söylemişti. Bunlardan ilki “Ülkenin özgürlük ve güvenlik dengesini sağlamak. İkincisi bölge ve çevre havzasıyla ilgili vizyon. Komşularla sıfır problem ve komşularla maksimum çıkar ilişkisi” olacaktı. Üçüncüsü ise “Edilgen bir barış anlayışı” yerine “Etkin barış ve düzen kurucu bir anlayışı dış politikamızda egemen kılmak”tı.

Resme bakınca Davutoğlu’nun İsrail’le aramızda yarattığı sorunun “Komşularla sıfır problem” ayağından vazgeçip “düzen kuruculuğa soyunma” hevesiyle ilgili olduğu savunulabilir.

Yazının Devamını Oku

İsrail’le bozuşalım da...

17 Ekim 2009
TAMAM ortada can sıkacak bir veya birkaç olay vardır ama esas olan niyettir.

Bir başka deyişle eğer İsrail, Türkiye ile ilişkisinin bozulmasını istemezse, meşhur Davos skandalında olduğu gibi, cumhurbaşkanına alenen hakaret edilmesine bile göz yumar. Buna ne kadar katlanır, ayrı konu.

Ama eğer Türkiye bir bahane bulup İsrail’le ilişkisini bozmak niyetindeyse, eninde sonunda onu yapar.

İsrail’in, son “Anadolu Kartalı” isimli hava manevralarından Türkiye tarafından dışlanması iki ülke arasındaki ilişkinin ciddi bir krize girmek üzere olduğunu göstermeye yetmişti.

Türkiye’de devletin yarı resmi organı sayılan TRT’de yayınlanan “Ayrılık” isimli bir TV dizisinde İsrail askerinin Filistinli çocuğa ateş eder şekilde gösterilmesi, belli ki bir süredir alttan alan İsrail yetkililerinin nihayet patlamasına sebep olmuş. Nitekim İsrail Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Avigdor Liberman’ın talimatıyla Türkiye’nin Tel Aviv’deki Büyükelçiliği’ne şiddetli bir “protesto notası” verildi.

İsrail’in işine öylesi geldiği zaman alttan alma huyunu bir kenara bırakın, kendisine dönük eleştirilere en az tahammül eden ülkelerden biri olduğu bilinir. Bunda İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilerin uğradığı büyük mağduriyetin üzerinden 70 yıl geçmesine rağmen İsrail’in hâlâ “dokunulamaz, eleştirilemez” görülmesinin payı vardır. O gerçeğin üzerine İsrail’in de, kendisini insanlığın gözünde antipatik yapacak hiçbir şeyi eksik etmediği gerçeğini koyduğu unutulmamalıdır. Nitekim İsrail’e giden bir yabancı en belirgin olarak orada, “üstün ırk” olduğuna inanmış bir toplum görür.   

İşte bu tablo ve son atışmalar taptaze ortada iken Türkiye Dışişleri  Bakanı Ahmet Davutoğlu, on bir ay önceki “Gazze” saldırısı nedeniyle İsrail’i eleştirmekle kalmadı, son Anadolu Kartalı krizi nedeniyle de “İsrail’in akl-ı selimle (sağduyu ile) hareket etmesini” salık verdi. O da yetmedi, İsrail’in Kudüs’teki Mescid-ül Aksa’ya yasaklar koyduğu gerekçesiyle “yöredeki kutsal değerlere saygı göstermesini” istedi.

Gördüğünüz gibi ilişkiler bir “kötüleşme sarmalına” girmiş gibi...

Sözün burasında belirtelim ki uluslararası ilişkilerin bozulması da, düzelmesi de -istisnalar bir yana- hesabı kitabı önceden yapılmış olaylardır. O nedenle özellikle Türkiye’nin isteğiyle hızlanan bu son durumun neler doğuracağını bekleyip görmek gerekir.

Yazının Devamını Oku

Raporda yanlış da var

16 Ekim 2009
AVRUPA Birliği Komisyonu tarafından elimize tutuşturulan “Hal ve Gidiş” raporu tıraşımızı gözümüzün önüne döktü ya...

Dediklerinin çoğunun bizimle ilgili gerçekleri bire bir ortaya koyduğuna biz de tanıklık ederiz. Ama bu tanıklığımız en azından “çift standartlı” olma suçlamasından onları kurtarmaz.


Örneğin dün de bir parça değindiğimiz gibi, “ifade özgürlüğü” (aslında doğrusu ‘iletişim özgürlüğü’ olmak gerekirdi) bağlamında doğru saptamaları var.

Uzatmadan, rapordaki ifadeleri aktaralım:

Rapor, yeni Ceza Yasası’nın çok tartışılan (Türklüğe, Cumhurbaşkanı’na, devletin önemli kurumlarına hakaretle ilgili) 301’inci maddesinin değiştirilmesini ve “dava açma” yetkisinin Adalet Bakanı’nın iznine bağlanmasını olumlu bir gelişme saymış. Neyse ki başka ülkelerin ceza yasalarında da benzeri bulunan bu maddenin tümden yürürlükten kaldırılmasını isteyen “aklı evvel”lere destek vermekten vazgeçmiş.


Yazının Devamını Oku

AB’nin gözüyle biz

15 Ekim 2009
TÜRKİYE ile ilgili Avrupa Birliği Raporu’nu biliyoruz, herkes, körlerin fili tarif etmesi gibi sadece algıladığı şekilde yansıtacak.

Doğrusu biz de önce raporun gazetecileri ilgilendiren “ifade özgürlüğü” bölümüne değineceğiz. Sonra da yeri geldikçe diğer bölümlerine gireceğiz.


İfade özgürlüğü bağlamında şu temel noktalara değinilmiş:

İfade özgürlüğünü kısıtlayan yasalardan kaynaklanan sorunlar.


Devlet gücünün maksatlı olarak kullanılmasından kaynaklanan (Doğan Medya Grubu’na verilen yüksek parası cezası gibi) sorunlar.


Yazının Devamını Oku

Makas değiştirme mi?

14 Ekim 2009
BİZ ilginç bir ülkeyiz. Biliyorsunuz Amerika ile “stratejik ortağız”. Azerbaycan’la ondan da ileriyiz.

İsrail’le “stratejik ortak” durumundayız. Sayısını unuttuğumuz öteki “stratejik” ortaklarımıza ek olarak dün Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun konuşmasından öğrendik ki Suriye ile de “stratejik ortak” olmuşuz da haberimiz yokmuş.

“Stratejik ortak olmanın gereği nedir?” diye biri bize sorsa, “Ortakların ötekini ilgilendiren konuda alacağı bir kararı, onun da çıkarlarını koruyacak şekilde alma taahhüdü” diye tarif ederiz.

O zaman sormak gerekiyor?


Stratejik ortağımız olan ABD ve İsrail hava kuvvetlerinin, NATO ve İtalya’nın da temsil edildiği şekilde 12-23 Ekim 2009 tarihlerinde Konya semalarında yapılması planlanan Anadolu Kartalı isimli tatbikata İsrail hava kuvvetlerinin katılmasını istemeyişimiz, hangi stratejik ortaklık anlayışına uygun düşüyor?”


Yazının Devamını Oku