Paylaş
ABD’nin İran Nükleer Anlaşmasından çekildiğini açıklamasından önce Fransa, Almanya ve İngiltere’nin Başkan Trump üzerinde (çekilmeme yönünde) “yoğun” bir lobi faaliyeti yapmaya çalıştığı izlendi. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Almanya Başbakanı Merkel ve İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson (arka arkaya) Vaşington’u ziyaret ettiler. Ancak Avrupalı liderlerin Trump’ı (Anlaşmada kalmaya) “ikna” çabaları “başarılı” olmadı.
Doğal olarak Vaşington’un çekilme kararına en büyük tepki İran’dan geldi. İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Trump’ı sert sözlerle eleştirdi, İran Meclis’inde Amerikan bayrağı yakıldı. Ama sonuçta İran (şimdilik de olsa) Nükleer Anlaşmadan çekilmeyeceğini, diğer imzacı ülkelerin de istemesi (ve aynını yapması) halinde, Anlaşmayı uygulamaya devam edeceğini açıkladı. Cumhurbaşkanı Ruhani, İran Dışişleri Bakanlığı’na Nükleer Anlaşma’nın diğer imzacıları ülkeleriyle konuyu görüşme ve sonuçlandırma talimatı verdiğini bildirdi.
Vaşington’un İran Nükleer Anlaşmasından çekilmesinin ABD’nin Avrupalı müttefikleri arasında da geniş bir tedirginlik ve tepki yarattığı görülüyor. Avrupalı liderlerde Trump Yönetimi altında ABD’nin önceden öngörülemeyen ve Avrupa’nın çıkarlarını dikkate almayan bir dış politika izlediği görüşünün giderek yaygınlaştığı anlaşılıyor. Avrupalı liderler Vaşington’un İran Nükleer Anlaşmasını “sabote etmekle”, sadece İran’ı değil, Avrupa ülkelerinin ekonomik çıkarlarını da hedef aldığını düşünüyorlar.
İran Nükleer Anlaşması’ndan (İran’a uygulanan ekonomik yaptırımların kalkmasından) en fazla çıkar sağlayan ülkelerin Avrupa Birliği ülkeleri olduğu izleniyor. Avrupa Birliği ülkelerinin İran’la dış ticaret hacminin 25 milyar dolara tırmandığı, Nükleer Anlaşmadan sonra (başta Fransız ve Almanlar olmak üzere) Avrupalı firmaların İran’la işbirliğini, İran’a satışlarını ve yatırımlarını hızla arttırdıkları görülüyor. ABD’nin İran’a yeni ve kapsamlı ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlaması ve Vaşington’un İran’la işbirliği yapan Avrupalı firmaları hedef alması Avrupa başkentlerinde endişe ve tedirginlik yaratmış gibi.
İran Nükleer Anlaşması’nın resmi adı “Ortak Kapsamlı Eylem Planı (JCPOA)”. 14 Temmuz 2018 tarihinde Viyana’da 5+1 (ve AB) ile İran arasında (uzun süren müzakerelerden sonra) imzalandı ve 2016 yılı başında yürürlüğe girdi. Anlaşmanın oldukça kapsamlı, ayrıntılı ve karmaşık bir metni var. Ancak Anlaşma sonuçta İran’ın nükleer programının uluslararası kontrol altına alınması ve İran’ın elinde bulundurduğu zenginleştirilmiş uranyum miktarı ile uranyum zenginleştirme kapasitesinin büyük ölçüde düşürülmesi (sınırlandırılması) karşılığı, İran’a uygulanan ekonomik yaptırımların kaldırılması ve İran’ın (Şah döneminden beri dondurulan) milyarlarca dolarlık dış varlığının serbest bırakılarak, İran’a geri verilmesi üzerinde varılan bir uzlaşıyı temel alıyor.
Karşıtları Anlaşmayı eleştirirken İran’ın uranyum zenginleştirmesine getirilen sınırlamaların zaman kısıtlaması nedeniyle etkisiz olduğuna, İran’ın askeri tesislerini denetime tam açmadığına, İran’ın nükleer kapasitesini koruduğuna işaret ediyorlar. İran’ın (nükleer programı kadar endişe kaynağı olan) balistik füze geliştirme programını kapsamaması ve çözüm getirmemesi, İran’ın bölgede oynadığı “yıkıcı rol ve faaliyetlere” değinmemesi Anlaşmanın en fazla eleştirilen yönleri. Anlaşmayı savunanlar ise Anlaşmanın başka bir alternatifi olmadığını, Anlaşma sayesinde İran’ın nükleer programının nihayet kontrol altına alındığını ve İran’ın nükleer silah üretmesinin engellendiğini vurguluyorlar.
İran Nükleer Anlaşmasına en fazla karşı çıkan ülke İsrail olmuş, Başbakan Netanyahu başından itibaren Anlaşmaya karşı çıkmıştır. Başbakan Netanyahu’nun (Anlaşmanın imzalanması aşamasından başlayarak) Obama Yönetimini Anlaşmayı imzaladığı için sert bir şekilde eleştirdiği, Obama’dan davet olmadan Vaşington’a gittiği ve Anlaşmanın ABD Kongresi’nde onaylanmaması için lobi faaliyetlerinde bulunduğu ve Kongre’de bir konuşma yaptığı hala hatırlardadır. Başbakan Netanyahu'nun 2015 yılı Ekim ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmayı da (nerdeyse tamamen) İran Nükleer Anlaşmasına ayırdığı, tablolar kullanarak Anlaşmayı sert sözlerle eleştirdiği bilinmektedir.
Başkan Trump’ın seçim kampanyasından başlayarak İran Nükleer Anlaşması’na karşı çıkmaya başlamış, ABD Yönetimini devraldıktan sonra da Anlaşmayı eleştiren tutumunu devam ettirmiştir. Başkan Trump, 2018 Ocak ayında yaptığı konuşmada ABD’nin Anlaşmaya taraf olmasını son kez uzattığını, (eğer ABD’nin istediği şekilde değiştirilmezse) ABD’yi Anlaşmadan çekeceğini esasen açıklamıştı. İran ise Anlaşmanın yeniden müzakere edilemeyeceğini açıklamış, Avrupa ülkelerinin bütün ikna çalışmalarına rağmen, Başkan Trump ABD’yi Nükleer Anlaşmadan geçen hafta çekmiş, İran’a yeni ekonomik yaptırımları da uygulamaya başlamıştır.
İran’ın Nükleer programının başlaması esasen 1950’lı yıllara, İran’daki Şah dönemine kadar uzanmaktadır. Buşehr Nükleer Santrali’nin inşası da Alman firmaları tarafından 1975 yılında başlatılmış, Şah’ın devrilmesinden sonra inşası duran santral daha sonra Ruslar tarafından tamamlanarak 2016 yılında İran’a teslim edilmiştir. Şah döneminde İran’ın nükleer teknoloji elde etmesi konusundaki tüm programlar Batı ülkeleri (ve mühtemelen İsrail) tarafından desteklenmiş, Şah döneminde başlayan İran’ın nükleer teknoloji elde etme gayretleri 1979’da İran’da rejim değişikliğinden sonra da devam ettirilmiştir. İran nükleer programının tamamen barışçı olduğunu, nükleer silah üretmek gibi bir amacının olmadığını iddia etmektedir. Uluslararası toplumda ise İran’ın nükleer programının nükleer silah üretmeye yönelik olduğu, İran’ın geçmişte uluslararası topluma nükleer programı konusunda yanlış bilgi verdiği ve programın askeri kısmını sakladığı yönündeki kanaat yaygındır.
Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması (NPT) 1968’de imzalanmış ve 1970’de yürürlüğe girmiştir. Anlaşma nükleer silahların yayılmasının önlenmesini ve nükleer enerjinin barışçı amaçlarla kullanımında işbirliğini öngörmektedir. Anlaşma sadece ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’yı nükleer silah sahibi olan ülkeler olarak tanımaktadır. Bununla birlikte bugün Hindistan, Pakistan ve İsrail’in nükleer silah ürettikleri ve üç ülkenin de nükleer silah programı olduğu bilinmektedir. Bu üç ülke de Anlaşmayı imzalamamış ve Anlaşmaya üye olmamışlardır. Nükleer silah ürettiği bilinen Kuzey Kore de 2003 yılında Anlaşma’dan çekilmiştir. İran ise Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nı imzalamıştır ve Anlaşma’ya taraftır.
Birleşmiş Milletler sistemi içinde nükleer silahların yayılmasının önlenmesi konusunda faaliyet gösteren ve nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanılması için ülkelere destek sağlayan kuruluş ise Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’dır. Bu kuruluş baştan itibaren İran’ın nükleer programının kontrol altında tutulmasının sağlanmasında rol oynamaktadır. İran NPT üyesi olduğu için nükleer tesislerini esasen Ajans’ın denetimine açmak zorunluluğu altındadır. İran Nükleer Anlaşması da Ajans’a Anlaşmanın uygulanmasıyla ilgili görevler vermektedir. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı bugüne kadar yaptığı açıklamalarda İran’ın Nükleer Anlaşmaya uyduğunu teyit etmiştir.
Hiçbir devlet bugün İran’ın nükleer silah üretmesini ve nükleer silah sahibi diğer 9 ülkeye (ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin, İsrail, Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore) katılmasını (Nükleer Kulüp’e dahil olmasını) istememektedir. Tartışma İran’ın (çok geliştiği anlaşılan) nükleer programının (nükleer silah üretmeden) barışçı düzeyde kalmasının nasıl sağlanacağı üzerinde yapılmaktadır. Uluslararası toplumun çok büyük bir bölümü (eksikliklerine rağmen) İran Nükleer Anlaşması’nın bunu sağladığını ve devam etmesi gerektiğini savunurken, Başkan Trump Yönetimi (İsrail ve Suudi Arabistan’ın da desteğiyle) Nükleer Anlaşma’nın işlemediğini, İran’a büyük avantajlar sağladığını, İran yeni bir anlaşmayı müzakereye yanaşmazsa uluslararası toplumun İran’a karşı “başka yollara” başvurması gerektiğini ileri sürmektedir.
İran’ın nükleer silah üretmesinin Orta Doğu’da “tehlikeli” bir (nükleer) silahlanma yarışına yol açacağı açıktır. Suudi Arabistan şimdiden (İran ürettiği takdirde) kendisinin de nükleer silah üreteceğini ilan etmiştir. İdeali Orta Doğu’nun nükleer silahlardan arındırılmış bölge ilan edilmesidir. Afrika ve Güney Amerika kıtaları kendilerini “Nükleer Silahlardan Arındırılmış Bölge” olarak ilan etmişlerdir. Ancak Orta Doğu’da İsrail zaten nükleer bir güç durumundadır. Diğer yandan kendisi nükleer bir güç olan (ve nükleer programı konusunda uluslararası topluma bilgi bile vermekten kaçınan) İsrail’in Başbakanı Netanyahu’nun bölgedeki başka bir ülkenin nükleer programı konusunda Dünya’ya yalan söylediğini açıklaması en azından “çelişkili” bir durumu ortaya çıkartmaktadır.
İran Nükleer Anlaşmasıyla ilgili ortaya çıkan durumu bugün Orta Doğu’da Suudi Arabistan ile İsrail ve İran arasında yaşanan mücadele ve çatışmadan ayırmak imkanı bulunmamaktadır. Yemen’de Suudi Arabistan ve İran arasında sıcak bir çatışma zaten yaşanmaktadır. Riyad Yemen’den Suudi Arabistan’a (ve başkentine) atılan füzeleri (Hutsilere) İran’ın sağladığını açıklamıştır. Suriye’deki (ve Lübnan’daki) İsrail-İran çatışması hava gücünün ve füzelerin kullanılmasıyla her gün biraz daha sıcaklaşmaktadır. Bu ortamda İsrail ve Suudi Arabistan’ın Nükleer Anlaşmanın ortadan kaldırılmasını (İran’la sürdürdükleri çatışmada) İran’ın zayıflatılması yönünde önemli bir adım olarak gördükleri açıktır.
Başkan Trump’ın İran’ı yeniden masaya oturtarak (kendisinin istediği şekilde) yeni bir nükleer anlaşmaya zorlamak istediği anlaşılmaktadır. Vaşington’un mevcut Nükleer Anlaşmanın şimdi tamamen ortadan kaldırılması için (ekonomik yaptırımları genişleterek) Avrupalı Müttefiklerini de (kendisiyle işbirliğine) zorlamaya çalışacağı yönünde işaretler de yoğunlaşmaktadır. Öte yandan Başbakan Netanyahu’nun (baştan itibaren) savunduğu anlaşılan (İran nükleer tesislerine karşı) askeri bir operasyon seçeneğinin de (bu kez Başkan Trump’ın desteğiyle) tekrar gündeme getirilmek istendiği izlenmektedir.
Paylaş