Paylaş
Suudi Arabistan ve Katar arasındaki ilişkilerde de geçen yıl Haziran ayından bu yana uluslararası kamuoyunun önünde çok ciddi bir gerginlik yaşanıyor. Bu durum bir yandan dikkatleri nüfusu Sünni Müslüman ağırlıklı ülkeler arasındaki çatışmalara çektiği gibi, Arap Dünyası içinde giderek büyüyen bölünmeleri ve istikrarsız ortamı da gözler önüne seriyor.
Arap ülkelerini birleştirilmesi beklenen Filistinlilerin geleceği, İsrail’le ilişkiler ve Kudüs gibi konuların bile artık Arap yönetimleri arasında bölünme nedeni haline geldiği, Arap ülkeleri arasında Filistin-İsrail görüşmeleri gibi konularda bile ortaya çıkan görüş ayrılıklarının giderek büyüdüğü izleniyor.
Suudi Arabistan ile Katar arasındaki “gergin” ilişkilerin geçmişi, Katar’ın 1972 yılında İngiltere’den bağımsızlığını kazanmasına, hatta daha “eskilere” uzanıyor. İki ülke kraliyet aileleri arasında köklerini tarihten alan “hasmane” ilişkiler bulunduğu biliniyor. Şimdiki Katar Emirinin babası Hamad bin Halife Al Thani’nin 1995 yılında iktidara gelmesinden sonra Suudi Arabistan-Katar ilişkilerinin daha da bozulduğuna ve mevcut Emir zamanında bu bozulmanın artarak sürdüğüne de işaret ediliyor.
Arap Baharının tüm Orta Doğu’yu etkilediği bir sırada, 2014 yılında, Suudi Arabistan ve müttefiki ülkelerin, Katar’ı Arap Dünya’sında “terörizmi” desteklemekle suçlayarak, Doha ile diplomatik ilişkileri kestikleri hatırlanıyor.
Bununla birlikte Riyad’ın şimdi devam eden Suudi Arabistan-Katar gerginliğini çok daha ciddi boyutlara taşındığı gözüküyor. 2017 yılı Haziran ayından bu yana 1,5 yılı aşkın bir zamandan beri süren bu çatışma ortamı, Suudi Arabistan ve 11 müttefiki ülkenin Katar’la tüm siyasi ilişkilerini kesmeleri ile başladı. Riyad ve müttefiki ülkelerin, siyasi ilişkileri kesmenin çok ötesine giderek, Katar’a karşı karadan, havadan ve denizden tam bir abluka uygulamaya başlamaları Riyad’ın bu kez Katar’a karşı çok daha sert bir tutum içine girdiği izleniyor.
Suudi Arabistan-Katar ilişkilerinde bu ciddi gelişmelerin ABD Başkanı Trump’ın Riyad’a gerçekleştirdiği resmi ziyaretin hemen arkasından gelmesi, Riyad’ın Katar’a karşı harekete geçmesinin arkasında Vaşington’un bulunup bulunmadığı sorusunu da ortaya çıkarttı. Başkan Trump’ın ilk başlarda Katar’ı suçlayan bazı ifadeleri bu şüpheleri arttırdıysa da, ABD daha sonra gelen “resmi” açıklamalar Vaşington’un Suudi Arabistan-Katar ilişkilerinin bozulmasından ve Riyad’ın (özellikle Birleşik Arap Emirlikleri’yle birlikte) Katar’a karşı harekete geçmesinden pek de memnun olmadığı izlenimini kuvvetlendirdi.
ABD’nin hem Suudi Arabistan ve hem de Katar’la “yakın” ilişkilerinin bulunduğu biliniyor. Vaşington hem Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerine hem de Katar’a büyük miktarlarda silah satıyor ve bu silah satışlarından önemli meblağlarda para kazanıyor. ABD’nin Katar’da 10 bin Amerikalının konuşlandırıldığı bildirilen büyük bir askeri hava üssü bulunuyor. Al Ubeid üssünün Vaşington’un ABD dışında bulundurduğu en büyük hava gücüne ev sahipliği yaptığı ifade ediliyor.
Suudi Arabistan ve müttefikleri Katar’la siyasi bir krizi başlatırken Katar’a yönelik 13 maddelik bir “talepler” listesini de açıklamışlardır. Katar ise, Suudi Arabistan ve müttefikleri tarafından “ültimatom” niteliğinde ortaya konan bu talepleri kabul etmeyeceğini açıklamıştır. Daha sonra Riyad, Katar’ın yerine getirmesini istediği bu “talepleri” azaltsa da, Katar Suudi Arabistan’a “boyun eğmeyeceğini”, Suudi Arabistan ve müttefiklerinin “taleplerinin” haklı ve gerçekçi olmadığını ifade etmektedir.
Suudi Arabistan ve müttefiklerinin talepleri arasında Katar’ın Orta Doğu’daki “terörist” örgütlere verdiği desteği kesmesi, bazı örgütlerinin Doha’daki bürolarının ve El Cezire televizyonun kapatılması ile Katar’ın İran’la olan tüm ilişkilerinin tamamen koparılması bulunmaktadır. Katar’a yönelttikleri ilk “talepler” arasında (sonradan geri çekilse de) ülkede bulunan Türk askeri üssünün kapatılmasının bulunması da dikkat çekmiştir.
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Katar’ın dış politikasından; Müslüman Kardeşler, Hamas ve Hizbullah gibi örgütlerle ilişkilerinden ciddi bir şekilde rahatsız olduğu görülmektedir. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri bu örgütleri “terörist” kuruluşlar olarak kabul ederken, Katar’ın yaklaşımı ise tamamen farklıdır. Suudi Arabistan’ın Katar’ı Arap Dünyası içindeki “liderliğine” giderek ön plana çıkan bir engel olarak gördüğü anlaşılmaktadır.
Suudi Arabistan ve müttefikleri ile Katar arasında halen devam etmekte olan kriz Arap ve İslam Dünyası içindeki “statükocular” ile “yenilikçiler” arasındaki mücadelenin bir yansıması olarak da yorumlanmıştır. Suudi Arabistan’ın Arap Dünyasındaki mevcut durumu devam ettirmeye çalışırken, Katar’ın çeşitli örgütlerle ilişkilerini arttırarak Arap halklarının değişiklik isteklerini desteklediğine, Suudi ve Katar kraliyet ailelerinin Arap Dünyasına bakışlarının çok farklı yönlerde geliştiğine işaret edilmektedir.
Suudi Arabistan ve müttefiklerinin ( Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Mısır, Ürdün, Moritanya, Senegal, Cibuti, Komoros, Maldivler, Libya Tobruk Hükümeti ve Yemen Hadi Hükümeti) Katar’a karşı uygulamaya koydukları, halen devam eden kara, hava ve deniz ablukası başlangıçta Katar’ı büyük ölçüde etkilemiştir. Ancak Katar hava ve deniz ulaşımını kısa sürede İran üzerinden yeniden organize ederek ablukanın etkilerini büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Katar gıda ithalatını da İran ve Türkiye’ye çevirerek Suudi Arabistan tarafından uygulanan kara sınırını kapatma yaptırımını etkisiz hale getirebilmiştir.
Katar nüfusu 1 milyona bile varmayan küçük bir Körfez ülkesidir. Ancak bu ülke Dünya’da en büyük doğal gaz üreticileri arasında yer almakta, doğal gaz ihracatından elde ettiği gelir Katar’a dış politika alanında önemli bir rol oynama imkanı tanımaktadır. Kişi başına düşen gelir itibarıyla Dünya sıralamasında 1 numarada yer alan Katar, Dünya’da en zengin doğal gaz rezervlerine sahip ülke durumundadır.
Katar’la Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki sorunların Körfez Arap ülkelerinin kurduğu Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) içindeki işbirliğini de olumsuz şekilde etkilediği, Körfez Arap ülkeleri arasındaki bağları büyük ölçüde zayıflattığı da açıktır. Katar krizi, günümüze kadar en başarılı uluslararası örgütler arasında sayılan KİK’in geleceğinin de sorgulanmasına yol açmıştır.
KİK üyesi Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn, diğer üye Katar’a karşı tam olarak cephe alırken, KİK üyesi diğer 2 ülke Kuveyt ve Umman tarafsız kalmışlar, Katar’la siyasi ilişkilerini kesmedikleri gibi, Katar’a karşı uygulanan siyasi ve askeri yaptırımlara da katılmamışlardır.
Kuveyt başlangıçta Suudi Arabistan ve müttefikleri ile Katar arasında bir arabuluculuk rolü üstlenmiş ve krizin büyümeden kontrol altına alınmasına çalışmıştır. Kuveyt Emiri Şeyh el-Ahmed el-Cabir el-Sabah Doha ile Riyad’ı ziyaret ederek, Suudi Arabistan-Katar krizinin büyümesini engellemeye çalışmış, ancak başarılı olamamıştır.
Katar krizinden en fazla memnun olan ülkenin İran olduğuna işaret edilmektedir. Krizin patlak vermesinden sonra Katar, İran’la olan diplomatik ilişkilerini tekrar Büyükelçilik seviyesine çıkartmış, İran hava ve deniz sahasını Katar’a tam olarak açarak, Katar’ın Suudi Arabistan ve müttefikleri tarafından uygulanan kara, deniz ve hava ablukasından etkilenmesini engellemiştir.
Katar’a destek veren diğer bir bölge ülkesi de Türkiye olmuştur. Türkiye ilk önce krizin büyümesinin önlenmesine ve yatıştırılmasına çalışmış, Cumhurbaşkanı Erdoğan hem Suudi Arabistan hem de Katar’ı ziyaret etmiş ve Kuveyt’e giderek Şeyh Sabah’ın arabuluculuk gayretlerine de destek vermiştir. Ancak krizin ortadan kaldırılamaması üzerine Türkiye de Katar’ın abluka ve yaptırımlardan etkilenmemesi yönünde harekete geçmiştir.
Katar, Suudi Arabistan ve müttefikleriyle yaşadığı krizin ilk haftalarında Türkiye’den yaptığı gıda ithalatını büyük ölçüde arttırmış ve Suudi Arabistan’ın Katar’la kara sınırını kapatmasının yaratabileceği olumsuz etki böylece büyük ölçüde giderilmiştir.
Türkiye’nin Katar’la diplomatik ilişkileri bu ülkenin bağımsızlığını kazanmasından hemen sonra kurulmuş, Türkiye Doha’daki Büyükelçiliğini 1972 yılında açmıştır. Türkiye-Katar ilişkilerindeki siyasi ve ekonomik işbirliği ortamının son dönemlerde daha da hızla büyüdüğü, iki ülkenin birçok bölgesel soruna benzer açılardan yaklaştıkları görülmektedir. Katar’la gelişen siyasi ve ekonomik ilişkilere 2014 yılında askeri bir boyut da eklenmiş, Türkiye Katar’da askeri bir üs oluşturma kararını açıklamıştır. İlk Türk askerleri Katar’a 2015 yılında gelmeye başlamıştır. Katar’daki Türk asker sayısı zaman içinde artmıştır. Türkiye’nin Katar’daki El Rayyan askeri üssünün 5 bin asker kapasitesinde olduğu ifade edilmektedir. Basında Türkiye’nin Katar’da nihai olarak 3 bin kadar asker bulundurabileceği, Ankara’nın Katar’daki askeri mevcudiyetini deniz ve hava gücüyle de takviye edeceği bilgileri yer almıştır.
El Rayyan üssünün Türkiye-Katar ilişkilerine farklı bir yön kattığı açıktır. Suudi Arabistan-Katar krizinin çıkmasından hemen sonra Katar’daki Türk askeri üssünün Doha’da bir saray darbesini engellediği yönünde haberler basında verilmiştir. Her ne kadar daha sonra bu haberler Ankara’daki Katar Büyükelçiliği ve Türk resmi makamları tarafından yalanlandıysa da, Türkiye’nin Katar’da büyük bir askeri mevcudiyet bulundurması, Ankara’nın Katar’la ilişkilere verdiği özel önemi ortaya koymaktadır.
Suudi Arabistan ve müttefikleriyle Katar arasında yaşanan kriz geçen 1,5 yılı aşkın zamana rağmen devam etmektedir. Riyad’ın Katar’la kara sınırını ortadan kaldırmak için (Katar’ı bir ada haline getirecek) kanal projesini uygulamaya koymaya hazırlandığı yönündeki haberlerin de açıkça gösterdiği gibi, Riyad-Doha ilişkilerinin kısa sürede normale dönmesini beklemek gerçekçi olmayacaktır. Bu durum bölgede yeni bir istikrarsızlık kaynağı yaratmakta, Ankara’nın dikkatle izlemesi gereken bir durumu ortaya çıkartmaktadır.
Paylaş